Bediüzzaman Said Nursi bugün tüm dini otoritelerce kabul görmüş olsa bile ebediyete intikal ettiği dönemlerde bir “devlet düşmanı, hain” olarak adlediliyordu. Yine mısırda İhvan hareketinin kurucusu Hasan El Benna’nın sonu da farksız değildi. İskilipli Atıf Hoca da yine yaşadığı dönemde “vatan haini ve bozguncu” olarak idam sehpasına yürüdü.
Konuşmamız bu merkezli sürüp gitti, uzun zamandır mahrum kaldığım huzur ikliminin tadını çıkarırken ben. Yapılan bu konuşmalardan cımbızladığım ana fikir ise tarihin tekerrürü. Umut verici bir başkaldırı olan” Arap Baharı” beklendiği gibi esip geçtiği yerlerde bahar çiçekleri yeşertmedi, o coğrafyalarda hala kan var ve hala mazlumların çığlıkları yükseliyor göğe.
Yanı başımızda Suriye katliamı yaşanırken ülkemizin hali de hiç ama hiç iç açıcı değil. Üzülerek şahitlik ediyoruz ki orta doğu ve ülkemizde huzur çiçeklerinin yeşermesine izin verilmiyor. Çıkar çatışmaları ve İslam düşmanlığı geleceğin umut çiçeklerinin yapraklarını tek tek yoluyor. Hep yalancı baharlar yaşıyor, sahte sıcaklığına inanıp güneşin; her paltosuz çıktığımızda sokaklarda sırıl sıklam ıslanarak dönüyoruz hayal kırıklıklarına bata çıka.
“Geçmişten adam hisse kaparmış... ne masal şey. Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi”
Akif ile devam edelim. Nekadar doğru bir tespit yapıyor eli öpülesi üstat. Bugün yanımda yanan sıcak soba ve üzerinde buharı tüten çaydanlığımdan bardak bardak çayımı yudumlarken İslam dünyası, Ortadoğu vs. demeden insanlık dünyasında yaşanan her acı ve kederi paylaşıyorum, her adaletsizlik karşısında bende sırtımdan hançerlenmiş kadar acı çekiyorum deme samimiyetsizliğine girmeyeceğim.
Kürtçe şarkı söylemek istiyorum dediği için linç edilmek istenen ve ülkeyi terk etmek zorunda kalan Ahmet Kaya döneminden aynı zatı şahanelerin bugün yuvarlak masalar etrafında çözüm önerileri sunduğu akil adamlık veya çözüm önerileri safsatalarına ise hiç değinmeden, siyasi ve çıkar amaçlı söz dalaşı yapmadan yalnızca his dünyamda hadiselerin yankılarını paylaşmak istiyorum sadece.
“ Yav kardeşim bu ülkede hakim, savcı, bakan olmadı mı bu Kürtler, daha ne istiyorlar” gibi çıkışlara ise cevaplar çoktan verildi zaten. Acı olan, can yakan şey ise; aldığımız mesafelerin tersine geri geri yürüyüşe başlıyor olmamız. Yıllardır kan dökerek bitirilmek istenen PKK’ya karşı yine aynı yöntemlere başvuruluyor olması meselenin özünü hala anlayamadığımızı gösteriyor.Bazen uçurumlardan atlar gibi özgür, bazen intihar eder gibi çaresiz, bazen fırtınalar koparan Karadeniz misali hırçın duygular eşliğinde taraflı milliyetçilik duygularından ari olarak ve yine bu konuda acı çekmeyen biri olarak acı çekenlerin can yanışları karşısında söz söylemeye haddimin yokluğunun bilincinde, kırık dökük, acemice dökmek istiyorum içimi.
Kürt sorunun bugün hala varlığını koruyor olmasının en temel nedeni yanlış devlet politikaları nedeni ile militarize edilen Kürt Halkı oldu. Ateşe körükle gidilen bu süreçte yangının sönmemesi kadar normal bir sonuç olamazdı zaten.
Faili meçhuller ve yeterli olgunluğa sahip olmadan sıkıntılı sürecin mağdurları ile yüzleşen tecrübesiz idareci ve memurlar sürekli devletin soğuk yüzünü gösterdiler. Andığım mağduriyetleri bir kıssayla özetleyip tekrara girmeyeceğim.
Geçenlerde internet ortamında sokak röportajı yapan bir kanalın videolarını izlerken yine konusu ülkemizdeki terör olaylarıyla ilgi provokasyon kokan bir video izledim. Videonun bir kesiti şöyle; Diyarbakır şivesiyle konuşan bir genç Kürtlerin yaşadığı sıkıntıları anlatıyor samimiyetle.
O sırada kendisinin de Kürt olduğunu söyleyen muhabir cebinden kimliğini çıkararak “bak devlet sana bu kimliği veriyor en azından, daha ne istiyorsun” diyor sitemkar bir tavırla. Bunun üzerine diğer genç cebinden kendi kimliğini çıkararak kameraya gösteriyor ve “bu ülkede kaç tanenizin anne ismi Türkiye “ diyor.
Evet, mağduriyetlerden bahseden gencin annesinin ismi gerçekten de öyleydi. Bu ismi dedesinin verdiğini ise hiç sanmıyorum. Acaba ne konmak istendi de nüfus memuru o şekilde kayıt yaptı. Basit ama çok özet bir kıssa gibi geldi bana.
Elimizi vicdanımıza koyarak hiç masum olmadığımızı kabul edelim lütfen. Çok mağduriyetler yaşandığı ve yöntemlerin yanlış olduğu belli. Anlaşılması gereken ise mağduriyetler yaşatarak, bölge insanına sırt dönerek onları PKK ve çizgisine mecbur kılan otorite kim ise asıl suçlunun tam kendisi de odur.
Geçenlerde Diyarbakır’da göreve başlayan bir pratisyen doktor arkadaşım ile görüşürken uzmanlık için tercihleri arasında kendi memleketi olan Diyarbakır’ın neden olmadığını sorduğumda” sen farkında değilsin galiba, burada savaş var savaş” dedi yakınarak.
Kabul etsek de etmesekte ülkemizde süren bir savaş var. Ülkemizin bir tarafı yaprak döküyor dostlar. Suriye savaşının mağdurlarına kucak açan bu ülke kendi savaşının mağdurlarına kucak açmaz ise nasıl bir yanlışın içerisine girer varın siz deyin.
Mücadele ederken oluşacak mağduriyetleri minimize etmezsek terörün fiiliyatını yok etsek te fikrini yok edemeyiz. Terör fikri genç dimağlar da hasatı yıllar sonrasına bırakılan zehirli bir ot misali büyümeye terkedilir.
Velhasıl sonuç olarak geldiğimiz noktada bu günlerde sürekli tekrarlan bu gemi su alırsa benzetmesinin gerçekliğinin farkında olarak ülkemize ve milletimize tümüyle sahip çıkmak gerek. Bu sahip çıkış sadece sosyal medyada lanetlemeler veya beğenmelerde kalmasın umarım. Sokakta, işte, alışverişte insanların birbirleriyle hiçbir dertlerinin olmadığını, birlikte yaşama arzusunun asıl olduğunu bir kez daha gösterelim görmezden gelen herkese.
Topraklarımızda yaşanan tarih bize ibret almamızı öğütlüyor usulca. Bu toprak üzerinde kavga bitirilmek istenmediği gibi, kötü gidişlerin makas değiştiricilerine de hiçbir zaman hayat hakkı tanınmayacak. Tek yapmamız gereken bize zarar veren hadiselerin kimin işine geldiğini iyi analiz ederek büyük resmi görebilmekte ve tarihte yaşanan benzer hadiseleri iyi irdeleyebilmektir. Emin olun bu basit çaba güncelin anlaşılmasında bize çok mesafe aldıracak vesselam.
Yorumlar