Toplum olarak bir olayı, olguyu, konuyu, haberi, gelişmeyi hatta bir insanı değerlendirirken hemen gözlük takıyoruz. Bu gözlük bazen bir siyasi parti gözlüğü olduğu gibi bazen de inanç veya ideoloji gözlüğü olabiliyor. Eee peki tüm bunlardan sıyrılarak mı konuşacağız? Tabii ki hayır.

İnsanların davranışlarında yetiştiği aile, bulunduğu çevre ile aldığı eğitimin etkisi çok büyüktür. Tabii bunun yanında kuşaktan kuşağa aktarılan genetik kodları da es geçmemek gerekir.

Ancak tüm bunlar bir şeyi değerlendirirken siyaha beyaz veya beyaza siyah demenin gerekçesi olamaz. Maalesef ülkemizde öyle bir kutuplaşma var ki tıpkı 1912-13 Balkan Savaşlarında "Edirne'yi Enver alacağına Yunan alsın." diyenler olduğu gibi yakın dönemimizde de, birilerinin pîri olan tescilli Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı Kadir Mısıroğlu gibi Milli Mücadele dönemini kastederek "Keşke Yunan galip gelseydi de halifelik devam etseydi!" diyen bir zihniyet var.

Aynı şekilde ülkemizin içinde bulunduğu ağır ekonomik kriz, terör tehdidi, komşu veya diğer ülkelerle yaşanan gerilimlerde de gözlük takarak değerlendirme yapanların kimisi devletimizin iyice kötü duruma düşmesini, böylece iktidarın değişmesini umarken, kimileri de yaşanan olumsuz durumları görmezden gelerek, her şeyin yolunda olduğu yönünde milleti kandırmaya devam ediyor.

Peki bu iki bakış açısının birbirinden farkı nedir? Önce birinciyi değerlendirelim; yani iktidar değişsin de memleket batmış, ortalık mahvolmuş umurunda olmayan kitleyi...

Bu memleket batarsa hepimiz batmayacak mıyız? Batacağız! Evet birileri bu gemide kaptan köşkünde, kimileri lüks kamaralarda, kimileri ise kürek mahkumu gibi güvertenin altında... Ancak yine de hep birlikte batarız! "Peki sonra ne olacak?" diye sorduğunuzda "Dibe vurunca sıçrayacağız!" diyen bu kitlenin dibi göremeden boğulma ihtimalini de hesaba katması gerekir.

İkinciye gelelim; bu gruptakiler de ülke yansa, batsa "Her şey çok güzel, bu söylemler dış güçlerin maşalarına hizmet edenlerin söylemi..." vs. diyen ve freni patlamış kamyon uçurumdan yuvarlanmak üzereyken dahi "Böyle bir şey yok, sadece biraz hava alacağız merak etmeyin her şey güzel, uçuyoruz, bizi kıskanıyorlar..." diyen kitledir.

Onlara göre fırlayan döviz, artan fiyatlar, dizginlenemeyen enflasyon kendi kontrollerindedir. Feri gitmiş, ölü balık gözüne dönmüş gözlerindeki ışıltıdan medet ummanı bekler.

Bu gruptaki kitleye göre 10 milyona yakın iç savaş tehdidi açısından riskli yaş grubundaki kara yağız sığınmacı, kaçak-göçek ne idüğü belirsiz yığınlar da bir tehlike değildir. Hatta sığınmacıdan dert yandığınızda "Köylerde şu kadar maaşla davara çoban bulamıyoruz. Bu göçmenler olmasa hayvancılık, tarım biter."

gibi hiçbir bilimsel, aklî veriye dayanmayan zırvalar sayar, dökerler. Sanki köylerde tarım ve hayvancılık kalmış gibi... Diyelim ki böyle bir ihtiyaç var; yahu 10 milyon sığınmacıyı davar, sığır çobanı mı yapacaksın? 57 milyona yakın küçükbaş, 18 milyona yakın büyükbaş hayvanın olduğu ülkemizde bu hesaba göre her 7-8 hayvan başına bir sığınmacı çoban düşüyor.

İşin ironisi bir yana, bu kışkırtmaya müsait potansiyel iç savaş unsurları bir gün bağlı oldukları yerlerden işareti aldıklarında sizin ensar-muhacir veya din kardeşliği söylemleriniz mi kurtaracak bu ülkeyi?

Daha birkaç gün önce Irak Zaho'da PKK terör örgütünün sivillere yönelik saldırısı, bir algı operasyonuyla Türkiye'nin üzerine bırakıldı! Orta Doğu'da, Irak, İran, Suriye'de Türk bayrağı yakıldı, elçilik ve konsolosluklarımıza ve diğer Türk birimlerine saldırılar yapıldı. Gösteriler devam ediyor.

Benzer bir provokasyonun ülkemizde 10 milyona yakın ne idüğü belirsiz sığınmacıyı harekete geçirdiğini bir düşünün bakalım! O zaman ne saray, ne köşk, ne araba, ne yat, ne de kat kâr eder mi? Seni kurtarır mı?

Din kardeşi diyerek her zaman ihanetini görmezden geldiğimiz Arapların son olaylarda lokanta, otel vb. iş yeri girişlerine gelen geçenin basması için yere Türk Bayrağı ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı resimlerini serdiğini gösteren birçok paylaşımlar yapıldı. Kimisi döner dükkanına "Türklere yasaktır." yazmış.

Belki bu görüntülerin bazısı provokasyon olabilir ancak din kardeşlerimizin (!!!) ekseriyetle Türkleri pek sevmediği yapılan gösterilerle gayet net. Biz bunu 100 küsur yıl önce de görmüştük. Bunlar İngilizi, Rusu, Amerikalıyı, Fransızı, Ermeniyi, Rumu hatta Yahudileri severler ama Türkleri sevmezler.

Gerçi biz kendimizi seviyor muyuz ki başkasından bu sevgiyi bekleyelim? Yahu Haziran ayında Konya'da yüzüne kezzap atılan Türk evladını bile sahiplenmek zor geliyor bazılarına! Çünkü kezzabı atan Suriyeli olunca bu olayın dile getirilmesi bizim memleket sevdalılarının siyasetine zarar getirir. O nedenle görmezden gelirler. Yeter ki partisine, başkanına, dinine, mezhebine, ailesine bir de cebine zarar gelmesin!

Sığınmacı işgalini siyasî kaygılar veya "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!" anlayışı nedeniyle böyle görmezden gelenlere bir uyarıda bulunalım; o sığınmacılar yarın evinize, bahçenize girdiklerinde, ailenize, çocuklarınıza rahatsızlık verdiklerinde iş işten geçmiş olacak.

Son olarak şunu söyleyeyim, memleket meselelerini siyasi hırslar, ideolojik ve inançsal bakış açısıyla değil, sadece bu ülkenin bir vatandaşı, sevdalısı olarak değerlendirmek gerekir. İşte tüm mesele bundan ibarettir!

23 Temmuz 2022
Burak CANDAŞ