Konunun özü “Yalan haberi yaymanın 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılması” üzerine… Adilane uygulanacağına inanabilsek aslında güzel bir uygulama; Çünkü özellikle havuz medyası ve kışkırtılmaya hazır cahil kitlesi bu konuda epey sabıkalı! Ancak bu konuda denetleyici ve yaptırım uygulamaya yetkili kurumların siyasallaşmış olması, inanlarda tereddüt oluşturuyor.
Neyse biz basında sansür ve bu sansürün kaldırılışı sürecini Osmanlı’nın son döneminden itibaren basında sansür uygulamalarını görüyoruz. Bunu hemen II. Abdülhamid ile de özdeşleştirmemek gerekir. Çünkü sansür ondan önce de vardı. Ama tabii ki II. Abdülhamid döneminde sansür zirveye çıkmıştır!
Yeni Osmanlılar hareketi II. Abdülhamid Han ile anlaşma yaparak I. Meşrutiyet’i ilan ettirmiş. Böylece modern devlete geçişte önemli bir aşama kaydedilerek padişahın gücü, Meclis ve Anayasa ile sınırlandırılmak istenmiştir. Ancak yine de I. Meşrutiyet istenen sonucu vermemiş diyemeyiz. Çünkü padişahın Meclis’i ve Anayasa’yı askıya alabilecek yetkisi vardı. II. Abdülhamid tahta geçtikten sonra 1876 Anayasası yayınlanmış. Buna göre kanunla sınırlandırılmak kaydıyla matbuat işlerinin serbest olduğu hüküm altına alınmıştır. II: Abdühamid’in Mabeyn Başkatibi yani Saray içinde en yetkili ikinci kişi olan Tahsin Paşa’ya göre bu dönemde sansür 1890 yılından itibaren şiddetlenmeye başlamış. Hatta bir ara “yüksek rıza”ya aykırı yazılarla birlikte dizgi hataları bile basın için tehlike oluşturmuştu. İstanbul’da çıkan gazeteler basılmadan önce sansür denetimi için İçişleri Bakanlığına bağlı Basın Müdürlüğüne gönderir, gerekirse bazı yazıların provaları Saray’a takdim edilir, ondan sonra basım izni verilirdi. Bazı Avrupa gazetelerinin yurda girişi yasak olup bunlara evrak-ı fesadiye (bozguncu evrak) veya evrak-ı muzırra (zararlı evrak) denilirdi.
Yukarıda bahsettiğimiz Tahsin Paşa’nın Matbuat İdaresine gönderdiği yönetmeliğe göre bazı sert kurallara uymak gerekiyordu; “…Bir vali ya da mutasarrıfın hırsızlık, yiyicilik, öldürme ya da çirkin bir işlemiş olduğu söylenecek olursa, bunun doğruluğunun ispat olunamadığı bildirilerek saklanması ve yayınlanmasına asla müsaade olunmayacaktır….Vilayetler ahalisinden bir kişinin ya da bir topluluğun, hükümetin yolsuzluğundan şikayetlerinin ve yüce Padişaha duyurulmasını bildiren kağıt ve dilekçelerin yayınlanmasının kesinlikle yasaklanması…”
1878 – 1908 arası yaşanan istibdat devrinde yasaklı kelimeler de çoktu. Yeni Osmanlılar ve Jön Türk hareketi gibi muhalif hareketlerin sloganlarını içeren “vatan, hürriyet, millet, zulüm, adalet” gibi sözcükler yasaktı. “Birader” kelimesini kullansanız, tahta II. Abdülhamid’e karşı kardeşleri V. Murad’ı veya Reşat Efendi’yi geçirmeyi kastettiğiniz düşünülerek takibata alınabilirdiniz. Hatta basında bu şehzadelerin isimleri dahi tehlikeliydi. Bu nedenle Murad yerine Mir’ad, Reşat yerine Neşet isimleri kullanılırdı. Yine “karga, burun, baykuş, sakal” sözcükleri II. Abdülhamid’i işaret ettiği düşünülerek sansüre uğrayan sözcüklerdi. Bu ve buna benzer yüzlerce örnek verilebilir.
Osmanlı dönemindeki bu sansür, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin başlattığı başkaldırı sonucu 23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet’in ilan edilmesinin hemen ertesi günü kaldırılmıştır. Bugün kutladığımız 24 Temmuz Gazeteciler ve Basın Bayramı işte 24 Temmuz 1908’in hatırasını taşımaktadır.
Son söz olarak; tabii ki basın, yayın da tüm özgürlüklerimiz gibi siyasetten bağımsız hukuk çerçevesinde özgürdür, öyle de kalmalıdır.
Yararlanılan kaynaklar;
* Tahsin Paşa, II. Abdülhamid ve Yıldız Hatıraları
** Tarihçi Ümit Doğan
08/10/2022
Burak CANDAŞ
Yorumlar