Sevgili okuyucular,
Vatani görev anında Mehmetçiğin kendi kurşunuyla şehit olan üç askerimiz yürekleri dağladı.
İran hududu Küçük Ağrı Dağı eteklerinde Doğubayazıt Görkay Hudut Tabur Komutanlığına bağlı Şehit Fehmi Altınordu Hudut Bölük Komutanlığında Piyade Er Akın Buluş'un terhisine 12 gün kala şehit düşmesi, Keşan’da baba ocağına ateş olup düştü.
Yine geçtiğimiz günlerde Malatya 7’nci Ana Jet Üssü’nden havalanan iki F4 askeri eğitim uçağı  Akçadağ ilçesi Ekinciler mevkiinde düşmüştü. Dile kolay 4 pilot şehit olmuştu.
Süleyman Şah türbesi için düzenlenen operasyonda da bir Başçavuşumuz şehit oldu.
Şehit ailesinin ocağına düşen ateşin yaktığı yürek acısı başkalarınca nasıl hissedilir bilemem ama devlet büyüklerimiz sağ olsun, şehitlerimize duydukları üzüntülerini “demeç” olarak verdiler.
Şehitlik mertebesini yaratana şükürler olsun… Yoksa baba ocağına düşen ateş, dayanılacak gibi değil…
Fazla bir şey söylemeye dilimiz varmıyor. Sadece şu kadarına empati yapmanızın bile yeterli olacağını düşünerek diyoruz ki:
--------------------------------------------
Geçtiğimiz hafta 28 Şubat’ta Ankara’da bir araya gelenler vardı. Aynı ülkenin nüfus kâğıdını taşıdıkları halde… Aynı ülkenin vatandaşı oldukları halde… Aynı ülkenin vatandaşlarının –ki gerektiğinde çocuğuna süt alamadığı,  elektriği kesildiği, evine icra geldiği halde - ödediği vergilerden aynı meclisin vekili olarak maaş aldıkları halde… Hem de aynı bayrağın altında… Hem de aynı ülkenin insanına kendilerini “taraf” olarak sunanlar vardı.
Ve bu taraflar çözüm sürecinde ilk defa ortak basın toplantısı düzenlemenin heyecanını yaşıyorlar, bir de tarihi bir karar sürecinin aşamasında olduklarını söylüyorlardı.
Oysa o bayrağın temsil ettiği bu yüce milletin bir atasözü vardı:
“Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar”
Acaba taraflar bu mananın sırrına da vakıf olmuşlar mıydı bir kerecik olsun?
Bakın, 8 Mart’ta yapılacak olan ön seçim öncesi ilçe ziyaretlerini sürdüren CHP Tekirdağ Milletvekili ve milletvekili aday adayı Emre Köprülü: “ Siyasetin başladığı yer de, bittiği yer de sokaktır” diye güzel bir söylem getiriyor.
Ama bu ülkede otuz yıldır yüreği hiç sönmeden yanan analar, ne sokaklarda, ne meydanlarda, ne açık oturumlarda ne de herhangi bir platformda hiçbir sorumluya gözyaşının sebebini soramadı:
Niçin bu ülkenin insanını önce kamplara ayırıyorlar, birbirlerine kırdırıyorlar, birbirlerine diş biletiyorlar? Sonra da ölen ölür kalan sağlar bizimdir kolaycılığıyla nasıl da kolayca taraf olup çözüm sunuyorlar?
Neyin çözümü kime sunuluyor?
“Sussam gönül razı değil, söylesem tesiri yok”
Bir teselli değil ama bir duamız var… İnşallah bundan sonra analar ağlamasın. Gençlerimiz başkalarının amaçlarına heba olmasın…
Bu duygularla bütün şehitlerimize Allahtan rahmet, yüreği yanan analarına ve ailelerine sabrı cemil niyaz ediyoruz.
???
Çerkezköy polisine teşekkür ediyoruz.
Bursa'da yetiştirme yurdunda kalan, izinli olarak geldiği evinden ekmek almaya giden ve 16 gündür kendisinde haber alınamayan 17 yaşındaki Kübra Yılmaz’ı duyarlı çalışma sonucu bulmuştu polisimiz.
Gerçi okuyucularımızın gönderdiği yoruma göre Kübra İstanbul’da yine kaçmış. Annesi Bursa’ya eli boş dönerken 22. defa kayıp başvurusunda bulunulmuş.
Biz ülkemizde yazılı ve görsel basından bize seyrettirilen olayların renklerini ayırmaya çalışırken, aslında bu ülkenin gençliği, belki de sahipsizliğin en büyük girdabında boğuluyor…
Yıllar yılı nerede sorunlu bir öğretmen varsa, sürgün yeri olarak çocuk esirgeme kurumlarına ve yetiştirme yurtlarına gönderilirken onları oraya atayan zamanın herhangi bir milli eğitim müdürü “bu öğretmenlerden o çocuklara ne hayır gelir?” diye düşünmüş müydü? Kendisi akşam kendi çocuğunu sıcacık yatağında öpücüğe boğarken, yurtlara emanet edilen yetim çocukları oraya atadığı öğretmenin bir kerecik olsun öpeceğine hiç aklı kesmiş miydi?
1990’lı yıllara kadar bir psikoloğun bile bulunmadığı yurtlarda, adeta sokaktan çağrılan, okuma yazması dahi olmayan adama “hademe” görevi verilip akşama da altını ıslatan çocuklara mukayyet olması söylenirse o “adam” o çocuklara nasıl davranacaktı sizce?
Elinde hortum, üç yaşından on yaşına kadar altını ıslatan çocukları Allah yaratmış demeden coplayacaktı…
Bu yurtlarda çocuk kalmak ister miydi? Biraz büyüyünce öyle bir yerden kaçmayı düşünmez miydi? Hiç yetiştirme yurdunda büyümüş bir insanı dinledi mi hiçbir siyasetçi?
Yakın zamanda, bu yurtlarda bir dizi düzenlemeler ve iyileştirmeler yapıldığı söylense de bu çocuklar yurtlardan niye hâlâ kaçıyor? Hiç gündeme geldi mi?
Oysa 2000’li yıllarda gündeme getirilen ve daha o yıllarda her yıl İstanbul gecelerinde sahipsizlikten eriyen 300 bin genç kızı yutan bu gayya kuyusu şehre de o mukaddes bayrak altında bir çözüm sunuyor muydu taraflar veya İstanbul üzerinden dünyaya mega proje sunanlar?
“insanı yaşat ki devlet yaşasın” düsturuna göre 3,5 milyar dolara gerçekleştirileceği belirtilen üç katlı büyük İstanbul tünelinin hangi katında yankılanacaktı kimsesiz çocuklarımızın sessiz çığlıkları?
???
92 yaşında ahirete irtihal eden Türk edebiyatının usta kalemi, Türk romanının dev ismi Yaşar Kemal’e Allah’tan rahmet diliyor, ailesine, sevenlerine ve milletimize başsağlığı temenni ediyoruz.
Sağlıcakla…