Kent Konseyi Konferans Salonunda düzenlenen kutlama etkinliğinde kadınların sosyal hayatta anne ve iş kadını olarak yeri ve öneminin anlatıldığı konuşmanın ardından tüm kadınlarımızın eli öpülesi insanlar olduğuna vurgu yapıldı.

Programda Çerkezköy’ün iş hayatında başarılı iş kadınlarına, Kent Konseyi Kadınlar Meclisi tarafından plaket takdim edildi.

Gazetemizin Genel Yayın Koordinatörü Sevay Kardeş’in plaketini ise Çerkezköy Kent Konseyi Başkanı Serkan Karagöz takdim etti.

Biz de bu vesileyle bütün kadınların Dünya Kadınlar Gününü kutluyor, başarılı kadınlarımıza verdiği ödüller sebebiyle Kent Konseyi Kadınlar Meclisini tebrik ediyoruz.

Geçtiğimiz hafta yine Çerkezköy Müftülüğünce düzenlenen ve ilçe mülki erkanının katıldığı “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” programı da saygı duruşu ve İstiklal Marşının okunmasının yanında, Kuran-ı Kerim tilaveti, ardından da Müberra Çetin adlı öğrencimizin İstiklal Marşı’nın on kıtasını ezberden okumasıyla gündeme geldi.

Yine programda yazar Mustafa Akgül’ün yaptığı bir tespit aslında gündeme damga vuracak nitelikteydi.

Diyordu ki: “70 yıl evvel kıtlık sebebiyle insanlar ekmek bulamıyordu. Şimdi ise her şey olmasına rağmen huzur yok.”

Güzel bir sorgulama değil mi?
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Sevgili dostlar,

Ülkemizde özellikle son birkaç yılda kadınlara yönelik şiddet, illallah dedirtecek seviyelere geldi.

Her bir şiddet haberi bir diğerini gölgede bırakacak kadar vahşice, haince, alçakça işlenir oldu.

Oysa biz böyle bir millet değildik…

Biz kadınımıza gerçekten değer veren onu namus bilen, koruyup kollayan bir millet idik…

Erkekliği kadına şiddet uygulamakta değil kadınımızı koruyup kollamakta gösterirdik.

Ne diyordu Neşat Ertaş Usta:

“Kirpiklerin oktur, kaşın yay gibi / Gözlerin aklımı etti zay gibi / Cemalin güneşe benzer yüzün ay gibi / Değmesin zülüfler teller incitir”

Değil kadına şiddeti düşünmek, kadının saçının telinin bile, onu incitmesinden sakınan, bir zülüfe bile türkü yakan yüce Türk milletinin mensupları idik.

Böyle bir milletin fertleri olarak haykırmak istiyoruz.

Niçin herkes yıkılan yuvalarda ve aile içi şiddette hemen erkeği işaret etme kolaycılığına ve büyük yanlışlığına kaçıyor…

Niçin kimse esas sorunu görmezden geliyor veya fark etmiyor?

Aile huzurunu tehdit eden gerçek sebepler ve sorunlar niçin samimi olarak tahlil edilmiyor?

Niçin sorulmuyor ki aile içi şiddete sahne olunan yuvalar bu hayalle mi kurulmuştu?

Ya da mutlu hayalle kurulan yuvalar nasıl oluyor da şiddet sarmalında kan ağlıyor?

Bu sorgulamamız alt benliğinde şizofreni, mazoşist ve bilumum sapık duygular bulunan istisna vakalar için değildir elbette.

***

Toplumun temeli olan "aile", yakın zamana kadar huzur ve mutluluğun sembolü idi…

Sıcak aile yuvası deniliyordu.

Şimdi ise “aile”lerde cinnetler yaşanıyor.

Bu cinnetlerde ister istemez kadınlar mağdur oluyor.

Kadınlar şiddet görüyor.

Peki aileye musallat olan bu cinnetlerde ve kadına uygulanan şiddette sebep ve sorun sadece şiddet uygulayan erkek midir?

Öte yandan Devlet olmak, şiddet vakalarına seyirci kalıp bir cinayet veya darp yaşandığında sebep olan erkeği kelepçeleyip hapse yollamak mıdır?

Yılda bir gün mesaj yayınlayıp kadınların gününü kutlamak mıdır?

Sosyal sorumluluğu olan bir devlet, cinnet geçiren, kadınına ve bazen çocuklarına şiddet uygulayan erkeklerin cinnet geçirmesinin sebep ve sonuçlarını merak etmez mi hiç?

***

Herkes biliyor ki devlet IMF’ye borçlu olmasa bile vatandaşı bireysel borç batağında boğuluyor.

Çoğunluk geçim sıkıntısı, işsizlik derdi, kredi kartı borçları gibi onlarca ekonomik baskı altında kıvranmakta.

Herkes biliyor ki güzel hayallerle kurulan nice mutlu yuvalar bir süre sonra sosyal hayatın acımasız ağırlığı altında ezilmekte.

Boşanmalar evlenmelerin yarısını geçmiş durumdadır.

Gençler geçim sıkıntısı sebebiyle evlenmekten korkmaktadır.

Sayın yazarımızın dediği gibi, toplumda her şey varken huzur yoktur.

Çünkü herkes tüketime yönlendirilirken, kazançlar bu çılgın hayatı yakalamaya yetmemektedir.

Bu tüketim hortumunun önünde saman çöpü gibi savrulan vatandaş ise devletin umurunda değildir.

Bakınız bu ülkede mezun olmuş 50 binden fazla sosyoloğumuz var.

Topluma “akil insanlar” vitriniyle güzel (!) söylemler sunulurken toplumu bilinçlendirecek olan bu genç toplum mühendislerine bugün kadro verilmiyor.

Kimse kusura bakmasın…

Kadına şiddete elbette hayır!

Ama “aile reisi erkek” olan bir toplum geleneğinde, erkeğin çocuklarına ve eşine “kadınca ve insanca” davranabilmesi için kendisinin de insanca yaşayabilmesi gerekmez mi?

***

Ah sevgili dostlar,

Umudunu talih oyunlarına bağlayan gariban halkına bile “talih kuşu” adıyla ikramiye dağıtıyorum derken, kendisi hazineye, dağıttığı ikramiyeden neredeyse iki kat daha fazla para aktaran devlet mi halkına insanca yaşama imkanı sunacak?

Kusura bakmayın ama günümüzde “fakirin sırtından doyan doyana"dır.

Ve günümüz insanının, değil ailesine güzel bir hayat sunması, bugün yüz binlerce ailede “yiğit muhtaç olmuş kuru soğana” dramı yaşanmaktadır.

Eğer Devlet dediğin, düne kadar mutlu bir hayat sürerken bugün karısına ve çocuklarına ekmek getiremeyen babanın, çaresizlik içinde kıvranmasını hiç vakit geçirmeden görebilecek reseptörlere sahip ise…

Eğer Devlet dediğin akşama ekmek gelmeyen, aç çocuklara tencere kaynamayan, faturası ödenmediği için elektriği yanmayan, kredi borcundan haciz gelen evlerdeki çile kazanında kaynayan ahların kokusunu alabilecek buruna sahip ise…

Devlet dediğin Hazreti Ömer’in adaletini getiremese bile, hiç olmasa yoksulun sırtından doyanları engelleyebilir ise…

İşte o oranda aileler sıcak yuvaya dönüşür ve kadına şiddetin de önünü almış olur.

Tabii bu arzu ve hayal, kadınlar gününde “Cennet anaların ayakları altında” mesajı verirken, başka günde “al ananı da git” diyebilen bir yaklaşımla ne kadar gerçekleşir bilemeyiz.

Sağlıcakla.