Bir yanda topluma öfke ekmeye devam eden siyaset dili gibi kendi çıkarları için taraftara nefret tohumları eken futbol dili sonucu Fenerbahçe futbol kafilesi silahlı saldırıya uğruyor…
Ülke bu şiddet ve nefret eylemleriyle şok yaşıyor…
Ama bu tür kahredici eylemlerin, ya eğitimsiz ve cahil insanların kandırılmasına, aldatılmasına veya gençliğin beyni yıkanıp maşa olarak kullanılmasına yoruyorsunuz.
Peki öğrencilerinin gözü önünde öğretmen azarlayan valinin devlet adamlığını neye yoruyor ve nasıl yorumluyorsunuz?
Dolayısıyla biz bu haftanın yorumunu “vali ve devlet adamlığı” gibi çok önemli bir konuda yapmaya çalışacağız.
Kim olursa olsun, hangi kılık ve kıyafette olursa olsun bir öğretmen öğrencilerin gözü önünde böyle azarlanır mı?
Bir iletişim faciası olarak bu ayrı bir konu. Ama bir de konuya “devlet adamlığı” açısından bakıldığında şu örnekleri takdirlerinize sunuyoruz:
Yıl 1986… Rahmetli Turgut Özal Başbakan olarak Temmuz’da “kayısı bayramı” kutlamaları için memleketi Malatya’ya gider.
Halka hitap etmek için yanındakilerle birlikte otobüsün üzerine çıkar. Konuşma yaparken boyu kısa olduğu için sağdan soldan onu göremeyen halk bağırır:
“Çök! Çök!”
Özal da halkın kendisini görmesi için yanındakilere “çökün” diye emreder. Bakanları, il başkanları, milletvekilleri vb. herkes çöker…
Yan tarafta duran Sayın Vali ise dimdik ayaktadır. Özal Vali’ye döner:
“Vali Bey sen de çöksene!”
Vali bey cevap verir:
“Biz devleti temsil ediyoruz Sayın Başbakanım. Devlet Çökmez!”
Bu vali Sayın Naim Cömertoğlu’dur.
Sonra bu vali birkaç gün içinde Merkeze alınır. Önemli değildir. Bu atama Sayın Vali için boynunda şeref madalyası olmuştur. Bir de ismi tarihe geçmiştir.
Öte yandan yakın zamanda hepinizin şahit olduğu vali hoplatma örneklerimiz vardır:
Devlet, terör örgütünün sembolü olmasın diye çareyi Nevruz gününü bayram ilan etmekte bulmuştur. Çare bulduğunu zannederken trajikomik duruma düştüğünün farkına varmış mıdır, ya da ne vakit varacaktır bilemeyiz ama o gün geldiğinde birileri koskoca valileri belediye başkanlarını, milletvekillerini ve hatta bakanları vb. “Nevruz kutlaması” diye ateşin üstünden hoplatır.
Yaşıyla başıyla ateşin üstünden “hoplamak” zorunda kalır devletin valisi… Sanki bütün kutlamalarda ve bayramlarda ritüelleri yerine getiriyormuş gibi… Örneğin niçin kurban bayramlarında sembolik olarak kurban kesmez bir vali de, ateşin üstünden hoplamak zorunda hisseder kendini?
Yine yakın tarihimizde Nevruzlarda büyük mecburiyet (!) sebebiyle ateş üstünden hoplamak için o ağır bedenini, hafifleten ismi lazım değil bir “vali” söz konusu “vatandaş” olduğunda “Vali” ağırlığıyla ona nasıl “kavat” diyebilmektedir?
Ya da geçen hafta Yalova'da olduğu gibi kıyafetlerini beğenmediği bir öğretmeni, yetkisini ve otoritesini kullanıp nasıl azarlayıp sınıftan kovabilmektedir?
Halk argosunda “kim takar Yalova Kaymakamını” derler iken il olan Yalova’da o TÜBİTAK ödüllü öğretmen, takar Yalova Valisini… “Çok da tın” demeyip onun azarlamasına ve sınıftan kovulmasına kahrolur. Kendisine destek amaçlı yapılan protesto yürüyüşünde de kalp krizi geçirerek hayatını kaybeder.
Peki çağ açıp çağ kapayan Fatih döneminde devlet, öğretmenine böyle mi davranmıştır?
Fatih’in çocukluğunda, hocası Akşemseddin bir şeyi fark eder. Fatih, padişah çocuğu olmanın verdiği rahatlıkla derste hocasını dinlememektedir.
Durumu Fatih’in babası Sultan II. Murad’a anlatır Akşemseddin Hazretleri. Sultan II. Murad’ın yöntemi mükemmeldir.
Sultanın emriyle senaryo şöyle gelişir.
Fatih derste padişah çocuğu rahatlığında iken hocası ona uslu durup ders dinlemesini söyler. Fatih de “sen bana bağıramazsın! Benim babam padişah” der.
O sırada Sultan II. Murat sınıftan içeri girer. Akşemseddin, padişahın emri gereği sınıfın ortasında Sultan II. Murat’a haykırır:
“Çabuk çık dışarı! Öğretmenin huzuruna izin almadan nasıl girersin!”
Sultan II Murat, öğretmene verilen değeri göstermek için derhal dışarı çıkar. Çocuk Fatih, babasının bile öğretmenden çekindiğini görünce bir daha öğretmenine karşı saygıda kusur etmez.
Öğretmeni sınıfta öğrencilerinin gözü önünde azarlayan vali, acaba Fatih’in babasından ve hocasından daha mı önemlidir?
Ve eğitimin öneminden bahseden bu incelikten eğitim hayatı ve devlet adamlığı sürecinde acaba hiç haberi olmuş mudur?
Halk arasında meşhur bir menkıbedir:
Babasının “sen adam olamazsın” dediği evladı okuyup vali olur. İlk iş olarak babasının valilik makamına getirilmesini emreder:
Görevliler, valinin emri diyerek adamcağızı derdest edip valinin huzuruna çıkarır. Der ki vali evlat, babasına:
“Bak görün mü? Sen bana adam olamazsın demiştin, işte Vali oldum.”
Babası yanı başındaki zaptiyelerin elinden kurtulup yakasını düzeltirken acı acı tebessüm eder:
“Ben sana vali olamazsın demedim ki, “adam olamazsın” dedim. Adam olsaydın babanı makamına böyle çağırtmazdın” der.
Ve son olarak aslında Tekirdağ'a atanan yeni valimiz Sayın Enver Salihoğlu’nun, geçtiğimiz hafta basın kahvaltısında söylediği veciz söz bir devlet adamında neyin olup neyin olmaması gerektiğini çok güzel özetlemektedir:
“Yetkinizi güç olarak kullanırsanız başarıya ulaşamazsınız. Yetkinizi sorumluluk olarak görürseniz hem başarıya ulaşır hem sorunları çözer hem sayılır hem sevilirsiniz.”
Vali olmak ve devlet adamlığı işte budur.
Sağlıcakla
Yorumlar