Geçtiğimiz hafta dünya bizi konuştu…
Ya da biz öyle algıladık…
Her neyse…
24 Nisan’da 17’si devlet başkanı, 5’i başbakan 90 ülke temsilcisi geldi ülkemize…
Kara savaşlarının 100. Yılında “barış çağrısı” yapmak üzere Çanakkale’de ağırladık…
Dünyaya barış çağrısında bulunduk…
Her şey çok güzeldi de… Sormadan edemedik:
Arkadaş, bu kahrolası Dünya savaşlarını biz mi çıkarttık ki de, dünyanın barışını sağlamaya biz çalışıyoruz?
Size de bir tuhaf gelmedi mi bu?
Yani 100 sene öncesinde “Dünyanın savaşı” bizim sırtımızdan geçti… O savaşta bizim devletimiz yok oldu. Bizim topraklarımız, sıksan şüheda fışkıracak kadar şehitle doldu.
Aradan yüz sene geçti… Şimdi dünyanın barışı adına bizi toprağa düşürenlerin torunlarını, dedelerimizin can verdiği toprağının üzerinde ağırlıyoruz.
Ne için?
Dünya barışına çağrı için…  Hani şairin dediği gibi…
“… Neler yapmadık şu vatan için!
Kimimiz öldük;
Kimimiz nutuk söyledik!”
*************************************************
Dünya barışını üstlenmek…
Allah’ım sen aklımıza mukayyet ol…
Peki barış çağrısına davet edilen Birleşik Krallık Galler Prensi Charles ne yapıyor?
100. Yıl törenine savaş gemisiyle geliyor… Geceyi kendi savaş gemisinde geçiriyor… Törenlere komutan üniformasıyla katılıyor...
Adam barışa bile savaş kıyafetiyle geliyor…
Sevgili dostlar…
Ziya Paşa der ki:
“Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz”
Adam diyor ki beden diliyle: “Ben buraya sivil değil savaş kıyafetimle geldim.”
Bu ne anlama geliyor? "Barış sizin hüsnü kuruntunuz… Ben amaçlarımdan vazgeçmiş değilim”
***
Ses çıkartabildik mi?
Hayır…
Ne yaptık?
Yutkunduk…
Dahası “Buraya kadar geldi ya” diye şükür ettik. Ama aynı biz… Çanakkale'deki düşmanımıza uzattığımız barış elini kendi muhalefetimize çok gördük…
Dahası... Onları sanki düşman gördük…
Barış çiçeklerini, barış karanfillerini Çanakkale’de dedelerimize kan kusturan müstevli (istilacı) devletlerin liderlerine uzattık da…
Üç bakanlığımızın organizasyonunda muhalefeti çağırmak dahi kimsenin aklına gelmedi…
Bu milli organizasyonda bile milli beraberliği akıl (!) edemedik…
***
O zaman sormadan nasıl durabiliriz?
Sahi Çanakkale'ye çağırdığımız liderlerle dünya barışı çağrısını gerçekten biz kendi isteğimizle mi istiyoruz?
Eğer biz barışmayı bu kadar çok istiyor isek önce kendi içimizde barışı sağlamamız gerekmez miydi? Önce kendi barışımızı sağlayıp sonra dünya liderlerini birlikte ağırlamamız gerekmez miydi?
Demek ki biz barışı bile başkaları için yapıyoruz.
***
Sevgili okuyucular
Gelelim madalyonun diğer yüzüne…
Biz dünya barışını üstlendik Çanakkale’de…  Dünyaya çağrıda bulurduk…
Ne için?
“Yeni savaşlar olmasın” diye…
Kaldı ki Çanakkale’de biz vatanımızı savunduk… Bütün dünya bunun bir savunma olduğunu kabul etti.
Bu haklılığımıza rağmen bizi öldürmeye gelenlere 100. Yılımızda el uzattık:
“Gelin barışalım” dedik…
Ermeni Diasporası ne yaptı?
1915’in 100. Yılında, dünyayı soykırımı tanımaya çağırdı.
Ne olmuştu peki 1915’te…
Devlet tehcir kararı almıştı… Bir buçuk milyon Ermeni vatandaşından 500 binini kendi ülkesinde bir bölgeden başka bir bölgeye sürgün etmişti.
Uzaklaştırma cezası vermişti.
Peki bunu zevk için mi yapmıştı? Düşmanlık için mi? Hayır… O bölgede isyan çıkartıp bölge halkına saldırdıkları ve anarşi çıkardıkları için…
İsyancıları Stalin gibi Vagonlarla Sibirya’ya mı sürmüştü? Hayır… Yine kendi ülkesinde isyan çıkaramayacakları bölgelere göndermişti.
Buna rağmen aradan geçen 100 sene sonra Ermeni Diasporası ne yapıyor?
Barış elini uzatacağı yerde kinin zirvesini kusuyor… 100. Yılda bütün dünyaya Türkiye’ye “soykırım” yaptırımı çağrısı yapıyor…
Yani…
Sen… Ülkene saldırıp seni kendi toprağında toprağa düşürenlere dahi “barış” diyorsun.
Ermeni… Kendi çıkardığı anarşi sebebiyle kendi ülkesinde bir yerden bir yere uzaklaştırma cezası verdi diye ekmeğini yediği suyunu içtiği ülkesini dünyaya şikâyet ediyor.
***
Peki Türkler her şeye rağmen niçin hep kaybetmektedir?
Bunun sorunun cevabı da 1283 yıl önce Göktürk Kitabelerinde yazmaktadır:
Bilge Kağan kardeşi Kül Tigin’e anlatmış, Çin elçisinin imparatora verdiği raporu mermere kazımıştır:
“Türklerin askeri güçle yenilmesinin imkanı yoktur. Siyasi hile ve düzene girilmelidir.”
İşte bundan sonra geleneksel hileli siyaset uygulanarak Türkler arasına fitne sokulmuştur. Tigin adındaki Türk Prensi kandırılmış taht kavgasına özendirilmiştir. Böylece Göktürklerin gücü zayıflamıştır.
***
Öyleyse ...
Dünya liderlerine barış mesajı veren bir ülkenin daha kendi siyasi liderleri birbirini yok sayıyorsa
Meydanlarda meraklı halka kükreyeceğimize, Bilge Kağan’ın taşa yazdığı hileli siyaset bilgisini öğrenmeliyiz...
Sağlıcakla…