En son ne zaman güldünüz hatırlayın bir…
Ağlamak gibi gülmek de gıdası değil mi insanın? Gülmeye ne çok ihtiyacımız varmış ya Rabbi…
Bir vesileyle… Bir sebeple… Bir dost meclisiyle…
En son ne zaman şöyle doyasıya bir kahkaha attınız?
Ne zaman karnınız ağrıdı gülmekten?
Nerden mi geldi hatırıma bu? Onu da paylaşayım sizlerle…
Geçen dost meclisinde otururken bir arkadaşım anlattı. Çok basit bir olaydı aslında…
Ama üzüntüden kahrolmuş kalplerimize ilaç gibi geldi… Bizi dakikalarca güldürmeye yetti.
Hatta günün… Belki de gelecek günlerin esprisi haline geldi o tek kelime:
“KAÇIIIN!”
Olayın nerede mi yaşanıyor?
Geçtiğimiz günlerde Çerkezköy'den bazı arkadaşlar birlikte Kıyıköy’e pikniğe gidiyor.
Bir grup denize girerken bir başka grup da piknik tüpte onlara yemek hazırlıyor.
O esnada piknik tüpü alev alıyor.
Hafif kilolu bir arkadaş, alevlenen tüpü görünce panikliyor. Ne yapsın? Zayıf değil ki pire gibi zıplasın… Bir yandan o kocaman gövdesini yerinden kaldırmaya çalışırken bir yandan zekâsını çalıştırıyor. Kendisi kalkamasa da tüpü alıp uzağa fırlatabilir… Alev alan tüpü kaptığı gibi denize fırlatacak…
Ama o da ne? Denizde arkadaşları yüzüyor… B planı kalmayınca çaresiz sadece haykırıyor:
“KAÇIIIN!”
Onun bu samimi gayreti ve çaresizliğini gören arkadaş, o anı o kadar tatlı bir üslupla anlatıyor ki biz dinleyen beş arkadaş sanki oradaymışız gibi basıyoruz kahkahayı…
Gül gülebildiğin kadar, kim tutar seni… Kahkaha kahkahayı tetikliyor… Gülmenin ardı arkası kesilmiyor… Dakikalarca gülüyoruz…
Öylesine kaptırmışız ki kendimizi, yan masadakiler de bize bakıp gülmemize gülüyorlar… Kahkaha atmıyorlar gerçi ama onlar da gülmemek için kendini zor tutuyor…
Allah’ım o an bir ince duygu beynimden dudaklarıma dökülüyor:
Bu kadar işte… Bizlerin toplum olarak gülmeye ne çok ihtiyacı varmış?

Her gün ağlamaktan bıktı bu millet…
Siz her gün ağlatmaktan bıkmadınız mı bu milleti?
Oysa inanın bu millet gülmek için çok şey istemezdi…
Bizler eş dost meclisinde, aile içinde ya da o ekrana bakarken bile bile gülebilirdik… Sanatçılar, tiyatrocular güldürürdü milleti… Bazı siyasilerin bazı söylemleri replik yapılırdı…
Sadri Alışık, Hulusi Kentmen, Nejat Uygur, Adile Naşit, Zeki –Metin kardeşler, Kemal Sunal… O basit ama candan esprileriyle bizi gülmeye doyururlardı…
Tansu Çiller’in dili sürçtüğü için bir türlü söyleyemediği “halüsinasyon” kelimesini, Murat Karayalçın’ın Zeytinburnu’nda yaptığı bir mitingde “Zeytinburnulu” diyeceği yerde “Zeytinburunlu kardeşlerim” hitabı… Abdülkadir Aksu’nun “Ferro Krom” tesislerinin açılışında dil alışkanlığıyla “Ferro kırro” demesi… Necmettin Erbakan’ın “Aboo… Aboo”su, Süleyman Demirel’in “Benzin vaadı da biz mi içtik?” savunma söylemi… Meclis Başkanlığı yapmış Ömer İzgi’nin “Entübe deyince kimse anlamıyor. Onun için, “Sokuveriyoruz” diyen o tatlı tombul çehresi… Ve daha niceleri bizlere dakikalarca “gülme” ikram ederdi…

Nerde o siyasetçiler?
Nerde o güldüren sanatçılar… Nerde o gülen… Güldüren… Gülmeye doyan insanlar…
Bize hep ağlamak mı düştü? Hep ağlatan siyaset mi var kaderimizde? Her gün bu, birbirine soğuk nevale suratları mı izleyeceğiz?
Her gün terör her gün şehit haberiyle uyanmaktan ne zaman kurtulacağız?
Ağlamaktan bıktık artık… Ne zaman güleceğiz…
Bizi önce kim teselli edecek? Kim saracak kanayan yaralarımızı?
Ve…
Bizi kim güldürecek?