Adı “barış” olan ama Türk bayrağı bile bulunmayan mitinge ne idüğü belirsiz isimler de katılıyordu. Güvenlik zafiyeti yoktur diyen İçişleri Bakanına rağmen güvenlik zafiyeti, savaş alanına dönen cehennemi patlamayla kendini ispat ediyordu.

Suruç’ta yaşananların aynısı yaşanıyordu. Ama Ankara’nın göbeğinde böyle bir eylem olabileceği akla mı getirilmiyordu her nedense, sadece miting alanına girenlerin aranmasıyla yetiniliyordu. Hayret ki ne hayret!

Dünyanın dört bir yanından gelen ajanların cirit attığı meydanda bizim milli istihbaratımız ne yapıyordu? Fidan mı dikiyordu, korkuluk mu? Neticede korkulan olmuş ve dünya bu patlamayla yankılanmıştı. Meydana gelen korkunç bilanço sebebiyle halk kahrolmuş, mitin alanına gelenler acıyla kavrulmuş, ülkenin güvenlik imajı yerle bir olmuş, hükümet paniklemiş, Cumhurbaşkanı ve Başbakan programlarını iptal ederek üç gün yas ilan edilmişti.

Böylesi bir günde parlamentoda parlamenterlik sıfatı olan bütün siyasi parti liderleri bir araya gelerek bu konuyu konuşması ve ortak bir çözüm arayışına girmesi gerekirken, Başbakan’ın çağrısına bir tek Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kılıçdaroğlu yanıt veriyordu.

“Amasız fakatsız” teröre karşı birlik beraberlik mesajı verilmesi gerektiğini söylüyordu. Görüşmede de kendince çözüm önerisi olarak düşündüklerini bir muhalefet lideri olarak Başbakandan istiyordu.

Öte yandan saldırının hemen peşinden meydana çıkanlar “acıyı” siyasi rant ve oya dönüştürmenin hesabını yapıyordu. El ele tekrar meydana gelenlerin zafer kazanmış komutan edasıyla gülümsemeleri objektiflerden kaçmıyordu. Oysa patlama olur olmaz aynı kimseler “katil” diyerek doğrudan iktidarı hedef göstermişti. Nasıl olsa kendileri iki gün önce tek taraflı silah bırakmaktan söz ederek bu patlamanın sorumluluğundan (!) kendilerini aklamış oluyorlardı.

Ama tek taraflı sulh istediğini söyleyenler Doğu’da yaptıkları küstahlığı Batı’da da yapıyor bombalı terör saldırısı protestosu yürüyüşünde kamera ile çekim yapan sivil polislere saldırmaktan geri durmuyorlardı. Eskişehir'de toplanan yaklaşık 500 kişi 'Katilsiniz hesap vereceksiniz' yazılı pankart açıp yürüyüşe geçebiliyordu. Ne biçim söz ise yine askerimizi polisimizi şehit eden saldırılar devam ediyordu. Kimse şehitlerimizi dile getirmiyordu…

Haydi bu alçaklık, kalleşlik, sözünde durmamak terörün ve teröristin tıynetinde vardı. Terör sonrası, Türk Tabipler Birliği ve Mimarlar Odası gibi bazı sendika ve örgütlerin hayatı durduracak greve gitmeleri neyin nesiydi? Terörü tezgâhlayan alçaklar kim bilir nerede çubuğunu tüttürürken, hastanede derdine çare arayan gariban vatandaşı böylesi bir grevle cezalandırmanın anlamı neydi?

Ne suçu vardı bu milletin? Neyi kime fark ettirmiş oluyorlardı? Hükümeti zorda bırakmak adına yapılsa bile ceremesini bu millete çektirmenin kime ne faydası oluyordu? Okullarda eğitim, hastanelerde muayene, yollarda ulaşım durunca terör mü cezalandırılmış oluyordu? Hükümet mi? Millet mi?

“Hayatı Durduruyoruz” diye başlatacakları eylemlerde aslında bal gibi de terörün ekmeğine yağ sürülüyordu. Çünkü iki gün işe gidilmeyecekti… Üretim duracaktı… Derslere girilmeyecekti… Esnafa Doğuda zorla kepenk kapattırıldığı gibi burada da sendikalar tarafından kepenk kapattırılacaktı.

Oysa bu örgütler ve dernekler TOBB'un "Teröre karşı bayrağını al gel" çağrısına cevap vermemiş ve bu büyük mitinge katılmamışlardı.

Terör sonrası medyadaki kimi köşe yazarları terörü lanetleyeceklerine ülkenin Cumhurbaşkanına “sen yaptın” anlamında saldırıyordu. Hiçbir zaman Türkiye Cumhuriyeti Başbakanını ve Cumhurbaşkanını kendi vatandaşını terörle cezalandırma gibi bir hainliğin içinde görmüyoruz ve bu düşünceyi kabul edilemez buluyoruz.

Ama gerek Cumhurbaşkanı’nın ve gerek Başbakan’ın yanında ve kadrolarında bulunan isimleri hem seçerken, hem görev verip kontrol ederken büyük yanlışlık ve hatalara imza attıklarını sorgulamaları vakti geldiğini de hatırlatıyoruz.

Başkentin göbeğinde patlayan bombaların ardından Ak Parti Çerkezköy İlçe eski Başkanı Aleattin Demirbağ’ın facebook adresinden yazdıkları hamlığın, çiğliğin mücessem hali değil miydi? Ne demekti “95 değil 1095 kişi ölseydi de o hamile eşinin ve 3 yaşındaki çocuğunun yanındaki polis ölmeseydi.” Söylemi.

Bu söz şehit cenazesini savunmak anlamında da olsa aklı başında bir insanın söyleyebileceği bir söz olamaz. Hiçbir insan düşüncesinden dolayı hiçbir insanın ölmesine sevinemez. Terörden ve teröristten farkımız bu değil midir?

Kendisini ikaz eden takipçilerine ısrarla “söylediğinin şuurlu bir söylem” olduğunu söylemesi ise milleti 78 milyon olarak kucakladıklarını söyleyen Genel Başkan ve Başbakanın imajını yerle bir etmeye yetecek bir söylem değil midir?

Geçtiğimiz günlerde de medyaya ayar çekmeye kalkışan kalın boyunlular, yazar tartaklayan kraldan çok kralcı geçinen yalakalar gündeme gelmişti. “Fabrika ayarlarına dönmek” gerektiğini söyleyen AK Parti için bu tür görüntülerden kurtulması gerekmiyor mu?

Ülkeyi teröre sürüklemek isteyenlere elbette hayır… Ama ülkeyi kendi babasının çiftliği gibi görmek isteyenlere de ülkenin bu kaotik durumunda elini taşın altına koymayan ve her konuda kendini kenarda tutanlara da en az o kadar hayır diyoruz…