Ayet muazzam bir hayat gerçeğini insanlara hatırlatır. Bir millet, kendilerinde bulunan iyi ahlâk ve meziyetleri kötülükle değiştirip isyana dalmadıkça, Allah onların elindeki nimetleri değiştirmez. Fakat bir millet ahlâkını bozar, kötülük ve şerlere dalar, isyan yolunu tutarsa Allah da onlara lütfettiği nimetleri ellerinden alır, birliklerini dağıtır, kuvvetleri gider ve perişan olurlar. Bu duruma düşen toplulukların düştükleri durumdan dolayı başkalarından şikâyet etmeye de hakları yoktur.
İnsanı yaratan Allah (cc) ona kullanım kılavuzu olarak da bir kitap vermiş ve o kitabın pratikte nasıl yaşanacağını göstermek içinde Resuller göndermiştir. İnsanın kullanma kılavuzu olan Kur’an’da insanların bir arada dirlik içinde yaşayabilmeleri içinde ortak ilkeler vazedilmiştir. Aynı inanca sahip insanların bu birlikteliklerini devam ettirmeleri için bir ve beraber olmalarını salık veren, böyle olmadıkları takdirde kuvvetlerinin dağılacağını beyan eden ayetler vardır.
“Ey iman edenler! Hepiniz birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve ayrılığa düşmeyin.” (Âl-i İmran, 103) “Allah’a ve Resul’üne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin; yoksa korkuya kapılırsınız ve kuvvetiniz elden gider. O halde zorluklara sabredin; çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 46) İnsanın kullanma kılavuzu olan Kur’an’ın pratik hayatta nasıl yaşandığını gösteren Resulullah da, “Size birlik halinde bulunmanızı tavsiye eder; ayrılıp dağılmaktan şiddetle kaçınmanızı isterim. Zira şeytan, yalnız başına yaşayan insana yakın olup, beraber bulunan iki kişiden uzaktır. Kim Cennet’in ta ortasında yaşamak isterse, toplu halde bulunmaya baksın.” Buyurarak birlik ve dirliğin bu emirlere uymaktan geldiğini açıklamıştır.
İslam’a inanan insanlar bir araya geldiklerinde birlik ruhunu geliştirecek bu ilkelere uymakla yükümlüdür. Allah’a, Resulüne ve İslam’a inanan ve onların davasını kendisine baş dava olarak gören Ülkücüler de aralarında birlik ve beraberliği sağlamak için yukarıdaki ilkelere uymakla mükelleftirler.
Birlik ve dirlik içinde yaşamak isteyenler aynı zamanda birliği ve beraberliği bozacak her türü sebeplerden de uzak kalmak zorundadırlar. Uzun zamandır her hafta bir araya gelinerek Ülkücüler arasında birlik ruhunu diri tutmak isteyen toplantılar yapılmaktadır. Bu haftaki toplantı da Kırklareli’nde gerçekleştirildi. Bu toplantılarda şahısların kendi nefislerini davalarının önüne geçirmemeleri ilke olarak benimsendiği için isim bahsetmeden fikirler üzerinde durmak istiyorum.
İstanbul’dan kırka yakın ocak ruhlu insanın yola çıkarak Kırklareli’ndeki ocak ruhlularla bir araya gelmelerinin ana konusu birlik ruhunun diri tutulması ve devam ettirilmesiydi. Geçmiş dönemlerdeki mücadeleleri sırasında yolları bir şekilde Yusufiye ile çakışan insanların ağırlıklı olduğu bu toplantılarda inandığımız ilkeler doğrultusunda bir araya gelmenin her şeyden önemli olduğu birer temenni olarak dile getirildi. Yaş ortalaması 60-70 olmasına rağmen katılanların ruhunun 20’li yaşlarda olduğu gözlemleniyordu. Bir abimizin nükte olarak katılanların 18 yaşında olduklarını vurgulaması da ocak ruhunun hala dipdiri olduğunu ortaya koymaya yetmişti. Kürşad’ın kırk Çeri ile Çin sarayını basmasına benzer ruh toplantıya katılanlarda da paralellik arz ediyordu dersem herhalde mübalağa etmemiş olurum.
Rahmetli Başbuğ, Ülkücüleri tarif ederken, “Ülkücüler, insanlık âlemi içinde ne uşak olmayı, ne de başkalarını uşak olarak kullanmayı kabul etmeyen şerefli bir bayrağın taşıyıcısıdır. Hepiniz birer Türk Bayrağısınız. Bayrağı lekelemeyin, kirletmeyin yere düşürmeyin. Kendinizi küçük görmeyiniz. Sizler büyük kuvvetsiniz. Vazifenizi hiçbir zaman unutmayınız.” Demiş ve ardından birlik ve dirlik içinde bulunmak için şu tavsiyelerde bulunmuştu: “Kuvvet birliktir. Dâvamızın geleceği birliktedir. Birlik, beraberlik içinde olmaktır. Bölünme kabul etmez, kutsal bir bütün halinde Büyük Türkiye’yi yeniden inşa edeceğiz.” Ülkücü ülküsü olan insandır. Zaten büyüklerimiz ülküsüz insanı çamurdan farkı olmayan bir varlığa benzetmişlerdir.
Ülkücülerin başarılı olmaları, birlik içinde ve planlı hareket etmelerine bağlı oldukları açıktır. Başarı için muntazam plânlı çalışma yapmak lâzımdır. Birlik ve dirlik içinde başarmak için yukarıdan beri izah edilen ilkeler içinde hareket etmemiz kaçınılmaz bir gerçektir. Ancak içinde bulunduğumuz ortamda bazı noktalarda birliği muhafaza edemediğimizi gözlemliyoruz. O zaman bize düşen vakit kaybetmeden birliğimizi bozan sebepleri teşhis edip, ona uygun tedavi metotlarını bulmaktır.
Bilindiği üzere hasta olduğumuzda önce doktora gideriz. Doktor da öncelikli olarak hastalığımızın tespitini yapar, teşhis koyar. Sonra da o hastalığa uygun tedavi metodu ne ise ona göre bir yönlendirme yapar. İlaçları seçer ve neyi ne zaman kullanacağımızı tespit ederek bize bunu uygulamamızı ister. Teşhis konmadan yapılan hiçbir tedavi hastalığı iyileştirmez. Bizlerde bizim birliğimizi bozan, bizleri zaman zaman ayrı zaman ve zeminlere iten hastalığın teşhisini yapmakla işe başlamalıyız. Hastalıklarımız olsa da tedavi metotlarımız vardır. Hiçbir hastalığın tedavisi imkânsız değildir. Hastalıkların tedavisinde kendi inanç değerlerimizi ön plana almalı ve tedavi metotlarını da ona göre tasarlamalıyız.
Toplantıya katılan hemen herkesin ortak paydası birlik ve dirliğimizi temin ettikten sonra inanç değerlerimizi gelecek nesillere aktarmak olduğu yapılan konuşmalarda kendini gösterdi. Önemli bir konuda davaya olan küskünlerin yeniden dava ile buluşturulması temennisiydi. Bir dava için aslında en tehlikeli durum küskünlerin çoğalmasıdır. Bunun için küskünleri kazanmanın yollarını bulmak davasını seven herkesin önemli vazifelerinden biri olmalıdır.
Birlik ve beraberliğin tesisinde önemli ilkelerden biri de fikirde, işte, dilde birliğin temin edilmesidir. İsmail Gaspıralı’nın, “İşte birlik, fikirde birlik. Dilde birlik.” İlkesini yıllar önce formüle etmesi boşuna değildir. Bir işe başlarken niyetin belli olması çok önemlidir. Bu sebeple Resulullah, “Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır.” Buyurarak niyetin önemine dikkat çekmiştir. Ancak inanan insanlar için kemal nokta niyetin amel ile birleşmesidir. Niyet ve amel birleşirse hayata aksiyon olarak yansır ki; rahmetli Ahmet Arvasi Hocanın, ülkücü hareketi bir aksiyoner hareket olarak tarif etmesi bundan dolayıdır.
Özellikle bu davanın çilesini çeken ülkücülerin birbirimizin kıymetini bilmeleri ve birbirlerini takdir etmeleri güzel bir ahlak olarak gelecek nesillere aktarılmalıdır. Bunun için “Ülkücü ülkücünün öz kardeşidir.” Tarifi çok yerindedir. Ülkücüler verdikleri mücadelede kardeşten de öteye geçerek birbirlerine canlarını emanet etmiş ve aralarındaki kardeşliği zirveye çıkarmayı başarmışlardır. Bu muazzam kazancın herhangi bir kıytırık sebepten dolayı bozulmasını kimse istemez ve bozamaz.
Kırklareli’ndeki toplantıda yapılan bazı konuşmalarda Ülkücülerin amentüsünü kaybetmekten söz edenler oldu. Vefanın ve sevginin kaybolduğundan dem vuranlar da çıktı. Bal yedim demekle bal yemiş olunamayacağı dile getirildi. Ancak ne yaşanırsa yaşansın ülkücüler birbirlerini tıpkı canlarını birbirlerine feda ettikleri zaman ve zeminlerdeki gibi bugünde birlik ve dirlik için her türlü mazereti, bahaneyi kenara bırakarak birbirlerini sevmek zorundadırlar. Bu hususta şahsi kırgınlıkları davanın önüne getirmenin kimseye faydası olmadığı açıktır.
Makamlar, mevkiler, dünyevi beklentiler gelip geçicidir. Bunları elde edemediği için davaya olan kırgınlığın altında nefis türküleri söylemek hiçbir ülkücüye yakışmaz. Ülkücü yaşatmak uğruna yaşama sevdasından vazgeçen yiğitlerin sıfatıdır. Dün yaşatmak için yaşama sevdasından vazgeçenlerin bugün birkaç kıytırık makam ve mevki için bu büyük ilkeyi rafa kaldırmaları kendilerini inkâr demektir.
Ülkücü insan fedakârlıkta zirvedir. Bunun için, “Ülkücü davası için kandan irinden denizleri geçip gitmekte kararlı olan, varıp hedefine ulaştığında da yaptıklarını unutan kişidir.” Dersem herhalde mübalağa etmemiş olurum.
Ahmet Arvasi Hoca’nın ülkücülük tarifini ve ülkücülere olan çağrısını bir kez daha hatırlatarak makalemi bitirmek istiyorum: ”Ülkücü, sırf Allah rızası için canını, malını, makam ve mevkiini din ve devleti, mülk ve milleti için fedaya hazır, şanlı ve mukaddes ay yıldızlı al bayrağın gölgesinde, nefsini düşünmeyen ve ülkesinde fani olmuş yiğitlerdir. Onlar büyük ve şanlı Türk Tarihinin doğurduğu ulvi kadrodur.
Küfrün bütün oyunlarını bozan, cesaretini kıran, yolunu kesen dinamik kadrodur. Gayesi Allah rızasını kazanma, nizamını kurma davasıdır. Bu noktadan en ufak bir taviz bile söz konusu edilemez. Tek kişi dahi kalsak mücadele devam edecektir. Çünkü bir kere yükselen bayrak bir daha inmez. Türk-İslam kültürüne, Türk-İslam medeniyetine, Türk-İslam ülküsüne bağlı, Türklük şuur ve vakarına, İslam iman, aşk, ahlak ve aksiyonuna sahip, Türklüğü bedeni, İslamiyet’i ruhu bilen, milletini teknolojik hamlelerle dünyanın bir numaralı devleti yapmak özlemi ile çırpınan dünya Türklüğünün, İslam dünyasının ve bütün mazlum milletlerin ümidi olmaya namzet bir gençliktir.
Ülkücü; Haksızlık karşısında susmayan, davasında taviz vermeyen, korkaklığı, pısırıklığı, nemelazımcılığı, lügatinden çıkarıp atandır. Bir bozkurt gibi esaret zincirlerini kırandır. Türk milletinin geleceğinin teminatı olarak gördüğümüz Ülkücülerin, Milletin geleceğine ipotek koymaya çalışan külahlı-silahlı, tüm soysuzların karşısına çıkabilmeleridir. Bu nedenle tüm ülküdaşlarımı, her türlü kırgınlıkları bir köşeye koyarak omuz omuza, yürek yüreğe olmaya, “bir binanın kerpiçleri gibi” saflarımızı sıklaştırmaya davet ediyorum.”
Kırklareli’nde kırk çeri ile son toplantısını yapan ocak ruhluların bu toplantılarına Kırklareli MHP İl Başkanı ve Belediye Başkan adayının katılarak bir konuşma yapmaları da önemliydi. Zaten sık sık vurgulandığı gibi bu toplantıya katılanların ocağı da partisi de bellidir. Yapılan bu toplantılardan başka anlamlar çıkarmaya çalışanlar varsa bunu peşinen bilmelerini istiyoruz.
Yaşı 60-70 olan ama ruhları hala 18 yaşında bulunan ocak ruhluların bu toplantılara devam ederek dava şuurunu gelecek nesillere taşıyacağına inanıyorum.
Yorumlar