Her gün öyle olaylar oluyor, öyle yazılar, öyle demeçler, bildiriler okuyor, izliyor ve dinliyoruz ki; insanın kafasının karışmaması mümkün değil.
Sayın Recep Tayyip Erdoğan : “Ateist değil, dindar gençlik yetiştireceğiz” diyor.
Yazılı ve görsel basında bu cümle üzerine ateşli, sinirli bir tartışma-atışma başlıyor.
Siyasi parti başkanları, köşe yazarları, sağcısı-solcusu, dincisi, bölücüsü, sosyal demokratı bu cümle üzerine yazıyor, konuşuyor. Biz de halk olarak bilgileniyor, aydınlanıyoruz!
Bilgileniyor, aydınlanıyor muyuz gerçekten?
Elbette tartışma, konuşma ve olsun, olmalıdır da… Ancak yapılan konuşmalar, yayınlar bilgilendirme şöyle dursun, tümüyle kafaları karıştırıyor.
Halk aydınlanmıyor; halk korkutuluyor, tahrik ediliyor, kışkırtılıyor, ayrıştırılıyor.
Üniversitelerde “türban” serbest olsun, olmasın tartışması da çok uzun yıllar sürdü – hızı kesildi belki ama- sürüyor.
Türban tartışmaları halkımızı aydınlattı mı?
Halk aydınlanmıyor; halk korkutuluyor, tahrik ediliyor, kışkırtılıyor, ayrıştırılıyor.
30-40 yıl öncesinde de böyleydi.
12 Eylül 1980 darbesinden önce de, yazılı ve görsel basın, halkımızın ayrıştırılmasına hizmet etti.
Sözüm ona solcu basın, yurdumuzun herhangi bir yerinde yaşanan guruplar arasındaki çatışmayı, “ faşistler devrimcilere saldırdı” başlığıyla verirken, yine sözüm ona sağcı basın da “ komünistler milliyetçilere saldırdı” başlığıyla verirdi.
Olaylar ve kişiler gerçek, ancak tanımlamalar yanlıştı ve bu 12 Eylül 1982 darbesine giden yolu hazırlayan çalışmalardı.
12 Eylül 1980 darbesinden önce de, halkımız korkutulup ayrıştırılmıştı. O ayrışma olmasaydı, darbe olmazdı, olamazdı.
Siyasal Bilgiler Fakültesi Mezunu, şu anda da bir üniversitede öğretim görevlisi olan Prof. Mümtaz’er Türköne de; konuşmacı olarak katıldığı konferansta “İdam yetmez, onları yağlı kazıklara oturtalım ki bir daha başkası darbe yapmaya yeltenmesin.” demiş.
Bakar mısınız, siyaset bilimcisine! Ne dediğinin farkında olmayan biri izlenimi veriyor insana…
Konferansta halkı kışkırtıyor, kin ve nefret tohumları ekiyor.
Kendisini dinleyenlere “İdam yetmez, onları yağlı kazıklara oturtalım ki bir daha başkası darbe yapmaya yeltenmesin.” Diyebiliyor. İdamı bile yeterli görmüyor, uygar hiçbir toplumda yeri olmayan ceza yöntemleri üretiyor.
Yazık !
Bilim adamı matematiksel düşünür; neden, niçin, nasıl, nerede, ne zaman diye sorular sorar.
Bana göre darbeleri önlemenin yolu; birtakım kişileri kazığa oturtmak, idam etmek değil, darbe ortamı yaratılmasına izin vermemektir.
Darbe ortamını hazırlayanlar, işbirlikçilerinin yardımı ve desteğiyle küresel şirketler, onun silahlı örgütü NATO dur.
Eğer bir ülke; başta ekonomi ve adalet olmak üzere her alanda tam bağımsız ve egemen ise, o ülkede darbe olmaz, olamaz.
Darbecileri asalım, kazığa oturtalım gibi söylemler, darbelere ve darbecilere karşı olmak değil, aksine bilinçaltı darbe özlemlerinin bir göstergesidir.
Sayın Türköne’nin bu basit kuralları bilmemiş olduğunu düşünmek bile istemiyorum. Çünkü onurumuz-gururumuz gençlerimize ders veriyor.
Ya bir de, ders verdiği gençlerimizi de kışkırtıyor, beyinlerine kin ve nefret tohumu ekiyorsa; eyvah!
Korkunç bir durum!
Pof. Mümtaz-er Türköne’yi yetiştiren fakülteyi ve profesörlerini düşündüm ister istemez.
Şimdi merak ettiğim soru şu: Bay Mümtaz-er Türköne’nin, geleceğimiz olan, kıvanç duyduğumuz gençlerimize ders vermeye devam etmesine izin verilecek midir?
Halkımız, böyle kişileri ve saçma sözleri ciddiye almayacak ölçüde zeki ve olgunlukta olması, ülkemiz ve ulusumuz için bir sevindirici bir durumdur.
Ben burada ne darbeleri, ne de darbecileri savunuyorum. Ben “kazığa oturtmak” sözünün, sağlıklı bir yapıya sahip hiçbir insanın söylemeyeceği sapkınca bir düşüncenin dışa vurumu olarak gördüğümü söylüyorum.
Bir başka ünlü gazeteci Emin Çölaşan da, Sözcü gazetesindeki köşesinde masonları tanıtıyor ve; “Masonlar laik, yurdunu seven, Atatürk ilkelerine bağlı, ülke bütünlüğüne sahip çıkan insanlar.”dır, diye yazıyor, ancak masonların, Atatürk’ün hangi ilkelerini, nasıl savunduklarını gösteren bir örnek de vermiyor.
Ülkemizdeki Mason dernekleri Atatürk ilkelerine bağlı olmalıdır demiyorum.
Sayın Emin Çölaşan’ın “ Masonlar, Atatürk İlkelerine bağlıdır.” savının doğru olmadığını anlatmaya çalışıyorum.
Sayın Emin Çölaşan’a göre masonlar:
Laiktirler
Milliyetçidirler- Ulusalcıdırlar
Cumhuriyetçidirler
Devrimcidirler
Halkçıdırlar
Devletçidirler ve her alanda tam bağımsızlık yanlılarıdırlar.
Masonlar bu ilkelerden hiçbirini savunmaz. Bağlı oldukları mason derneğinin temel ilkeleri gereği, bu konularda tartışmaya bile giremezler.
Mason derneklerinin ve üyelerinin bu ilkeleri savunmaları mümkün değil. Mason derneklerinin temel ilkelerinde ulus-millet kavramı yoktur. Mason derneklerinin temel ilkeleri arasında Atatürk ilkelerinin biri bile yok. Durum böyle olunca masonların Atatürk ilkelerine bağlı, ülke bütünlüğüne sahip çıkan insanlar olduğu doğru olabilir mi?
Yazar İlhami Soysal “Türkiye’de Masonlar ve Masonluk” ( Der Yayınları) adlı kitabının arka kapağında: Bunlar (masonlar) Batı'daki her ülkede bulunan "seçkin kulüpler"dir. İtalya'da P-2 Mason Locası bir siyasal güçtür. İçinde Mafya vardır, Vatikan vardır, generaller vardır, istihbarat örgütü üyeleri ve işadamları vardır. Cumhuriyet döneminde mason locaları, 1935 yılında Atatürk'ün emri ile kapatılmıştır… ……………………………
… Mason Derneklerinin açılmasına 1948 yılında yeniden izin verilmiştir. Diye yazar.
Atatürk İlkelerine bağlı olmak, Atatürk’ün ilkelerini savunmakla mümkündür.
Gerçek Atatürkçü olan biri, masonluğu övmez, övüyorsa o kişi Atatürkçü olamaz.
Atatürkçü olan biri, AB yi savunmaz. Atatürkçü olan biri ABD sömürgeci devletinin değil, kendi halkının, kendi Milletinin çıkarlarını savunur. Masonların AB ve ABD emperyalizmine, sömürgeciliğe karşı olduğu söylenemez.
Bugüne kadar masonların bağımsızlığımız ve egemenliğimiz için bir çaba ya da eylem sergilediklerini görmedim, duymadım.
Mason dernekleri hakkında yeterli bilgi sahibi olmasa da halkımız, sezgileri yoluyla masonluğun iyi bir şey olmadığını biliyor.
Masonlar, ulusalcı değildirler. Bu benim yorumum veya düşüncem değildir. Masonluğun temel ilkeleri arasında ulusalcılık yoktur. Yalnızca ulusalcılık değil, Atatürk’ün ilkelerinden hiçbiri yoktur.
Yurdumuzun ve Milletimizin varlığını borçlu olduğumuz Atatürk, “Temel ilke, Türk Ulusu’nun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu, ancak TAM BAĞIMSIZ olmakla sağlanabilir. Ne denli zengin ve gönençli olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak durumunda kalmaktan öteye gidemez. Yabancı bir devletin koruyuculuğunu ve kollayıcılığını istemek insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü ve beceriksizliği açığa vurmaktan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağılık duruma düşmemiş olanların, isteyerek başlarına yabancı bir efendi getirmeleri düşünülemez. Oysa Türkün onuru, kendine güveni ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus tutsak yaşamaktansa yok olsun, daha iyidir. Öyleyse YA BAĞIMSIZLIK YA ÖLÜM… İşte gerçek kurtuluş isteyenlerin PAROLAsı bu olacaktır” diye belirtmiştir.
Türk Ulusu’nun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasını savunmayan kişi veya kurum Atatürkçü olamaz?
Türk Ulusu’nun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasını savunmayan bir gençlik; gerçek dindar, gerçek inanmış bir gençlik olabilir mi?
Türk Ulusu’nun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasını savunmayan bir siyasal parti veya iktidar; halkının mutlu, gençliğinin umutlu olmasını sağlayabilir mi?
Türk Ulusu’nun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasını savunmayan bir gazeteci, bir öğretim üyesi, bir bilim adamı, bir yazar, bir milletvekili, bir asker, bir siyasal parti başkanı vatansever olabilir mi?
AB’den ve ABD den yana olan biri, Türk Ulusu’nun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasını savunabilir mi?
Ali ÇEVİKYİĞİT
Matematik Öğretmeni ( E )
ali_cevikyigit@yahoo.com
05327325157
Yorumlar