Atatürk’ün söylediği bu sözden şu sonuçları çıkarabiliriz:
Egemenliğini yitiren bir ulus; namusunu, onurunu, şerefini yitirmiştir.
Egemenliğini yitiren bir millet, yerlerde sürünmeye, onun bunun kölesi olmaya mahkumdur.
Egemenliğini yitiren bir millet, ne hukukunu, ne ekonomisini, ne vatanını, ne de kendisini koruyabilir.
Bu yalın gerçek, egemenliğin ne denli önemli olduğunu kavrayan herkesi derinden sarsar.
Egemenliğin ne denli yaşamsal önemde olduğunu anlayan bir ulus, onu korumak için canını vermeye hazır olur.
Bir ulus egemenliğini ABD veya AB emperyalistlerine devrederse, o ulus artık vesayet altındadır.
"Egemenliğini yitiren ulus" deyimi yerine " Vesayet altındaki ulus" dersek yanlış olmaz.
Vasi: Medenî hakları kısıtlanmış olan kimselerin ve kanuni velilerinin ölmesi sebebiyle velisiz kalan küçüklerin mallarını idare etmek ve hukuki muamelelerinde onları temsil etmek üzere mahkemece vazifelendirilmiş olan şahıstır.
Tayini: Vasiyi sulh mahkemesi tayin eder. (M.K. md.363).
Vesayet altına giren bir ulusun hiç bir konuda karar verme yetkisi olamaz; ekeceğine, dikeceğine karar veremez. Ne yiyip, ne içeceğine bile başkaları karar verir.
Vesayet altına giren bir milletin her şeyden önce vatanı tehlikededir. Vasiler kendi aralarında; şurası benim, burası senin diye paylaşım anlaşması yaparlar. Bu anlaşmalardan kimsenin haberi bile olmaz.
Vesayet altındaki bir ülkede gazete ve televizyonların, kısaca basının, köşe yazarlarının görevi, halka gerçekleri bildirmek değil, yalan haberlerle halkı aldatmak olur.
Adliye saraylarının yargı salonlarında yazılı "Adalet Mülkün Temelidir" sözü devletin temelinin adalet olduğunu anlatır.
Adalet yoksa devletin temeli de yoktur. Temeli olmayan ya da temeli sağlam olmayan devlet çöker.
Vesayet altındaki ülkede, eğitim öğretim de, üniversiteler de ülkenin geleceği için değil, vasilerin isteği ve çıkarları doğrultusunda yapılır.
Vesayet altına giren bir ülkenin tarımının, sanayisinin, hayvancılığının nasıl olacağına vasiler karar verir.
Vesayet altındaki ülkenin güvenliğine de vasiler karar verirler.
Güvenliğini başka ülkelere devreden ülkelerde halk, terör olayları ile bunaltılarak iç çatışma ortamına sürüklenir.
Vesayet altındaki bir ülkenin ordusu da, milleti gibi vesayet altındadır.
Vesayet altındaki bir ulusun kültürü de vasilerin denetimindedir. Ne giyilmesi, hangi dilde eğitim yapılması, hangi şarkı ve türkülerin söylenmesi gerektiğine bile vasiler karar verirler.
Sonuç: Vesayet altına giren bir ülkenin adı da kendisi de, bayrağı da, milletinin adı da, kendisi de yok olmaya mahkumdur.
Vesayet altındaki bir ülkede vasiler, halka ait ne varsa el koyar.
Peki, bir ülke nasıl olur da vesayet altına girer?
Kısaca; borçlandırılarak…
Şimdi geçmişte yaşadıklarımıza kısa bir göz atalım.
1 Nisan 1939 tarihinde yapılan bir anlaşmayla ABD’ye ilk ayrıcalıklı ülke statüsü verilmiş, ABD sanayi malları için %12 ile % 88 arasında değişen oranlarda gümrük indirimleri sağlanmıştır.
ABD’ye ticaret başta olmak üzere tüm konularda imtiyazlar tanıyan 1 Nisan 1939 anlaşması imzalandığında, Atatürk’ün bu tür anlaşmaları imzalayan Bekir Sami’yi görevden alışından 18 yıl, ölümünden ise yalnızca 140 gün geçmişti.
Tarihte yapılan 1838 Balta Limanı ( İngiliz Ticaret ) anlaşması da Osmanlı ekonomisini felç etmemiş miydi?
27 Aralık 1949 da Fullbright antlaşması ile eğitimi ABD’ye teslim ederek, gençlerimizi, çocuklarımızı ve halkımızı batıcılığın özgürlük, insan hakları, demokrasi olduğu yalanı ile aldatmadılar mı?
AID ( ABD Yardım Kuruluşu ) nun 1975 yılında Türkiye’ye gönderdiği Richard Podol, Washington’a gönderdiği raporda şunları yazıyor: “ Türkiye’de önemli mevkilerde Amerikan eğitimi görmüş bir Türk’ün bulunmadığı bakanlık ya da iktisadi devlet kurumu hemen hemen kalmamıştır.” (1)
23 Nisanlarda önemli mevkilerde koltuklara sembolik oturtulan çocuklarımızın, Richard Podol’un raporunda tanımladığı uşaklardan olmadığını herkes bilir.
Ulusal Egemenliğin anlamını ve önemini bilen biri AB’ye girelim demez. Çünkü AB’yi savunmanın gaflet, dalalet ve hıyanet olduğunu bilir.
Milletin egemenliğini savunan biri;
ABD stratejik ortaklığını, AB’ye girmeyi, NATO’ya üyeliği reddeder.
Özelleştirme adıyla millete ait yeraltı ve yer üstü kaynaklarımızı, madenlerimizi, limanlarımızı, yollarımızı, akarsularımızı, durgun sularımızı, ormanlarımızı satmaz, satılmasına şiddetle karşı olur.
Vatan topraklarının satışına karşı olur, vatan topaklarının satılabilirliğini sağlayan yasaların iptal edilmesi için mücadele eder.
AB müzakerelerinin kesilerek Gümrük Birliği Anlaşmasının iptalini ister.
Egemenlik giderse Türkiye yok olur.
Çözüm: Vesayetten kurtulmaktır.
Hemen; 23 Nisan 1920 de Yüce Liderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ün yaptığı gibi, siyasi partilerin dışında ama hangi partiye oy verdiğine bakılmaksızın, etnik, meslek ve mezhep ayırımı yapmayan; vatansever Türk Milletinin temsilcilerinin oluşturacağı bir MİLLİ MECLİS oluşturmakla başlayabiliriz.
Atatürk, 27 Ocak 1923 günü annesinin mezarı başında İzmir’den tüm ulusa şöyle sesleniyordu:
"Burada yatan annem, zorbalığın, kıyıcılığın, bütün bir ulusu yok olma uçurumuna sürükleyen kişisel yönetimin kurbanı olmuştur!
Annemin mezarı başında ve Tanrı'nın önünde and içerim ki, ulusun bunca kan dökerek elde ettiği ulusal egemenliğin korunması ve savunulması için, gerekirse annemin yanına gitmekte hiçbir zaman duraksama göstermeyeceğim! Ulusal egemenlik uğruna canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun!”
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ettiği yemini tekrar eder, Ulusumuzun “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı”nı yürekten kutlarım.
Ali Çevikyiğit
Matematik Öğretmeni
Yorumlar