Gergin bir toplum haline geldik…
“İnsanlar konuşa konuşa anlaşır” gerçeği atasözü kitaplarında kaldı…
Bireysel hak hukuk ve adalet arayışları, yüce yargı ve adaletimiz kendi derdinde olduğundan hep başka baharlara ertelenmekte.
Nice canlar yandı, nice ocaklar söndü… Ne cinayetlere, ne öfke patlamalarına ve aile içi şiddete sahne oldu mahalleler, caddeler, adliye önleri…
“Sosyal devlet” anlayışı henüz kendini halka hissettirmiş gözükmüyor…
“Gergin bir toplum olduk” diye kendimize çuvaldızı batırıyoruz da "gergin bir toplum haline getirildik" diye iğneyi yöneticilerimize batıramıyoruz.
“Bu toplum bu hale nasıl geldi?”
“Sorumlusu kim? Ya da kimler? Sosyal devlet anlayışı bunun neresinde?”
****************
Görmüyoruz… Sormuyoruz… Sorgulamıyoruz..
Oysa toplumun ruh halinin fotoğrafı apaçık ortada…
Herkesin burundan soluduğu, kimsenin kimseye karışamadığı, kimsenin kimseye tavsiyede bulunamadığı, yardımcı olmadığı bir ilgisizlik, bir acımasızlık, bir neme lazımcılık var…
Öte yandan toplumda bir şekilde imkân ve itibar sahibi olmuş nice zevatta, kendi istikbalini, kendi geleceğini kurtarmak için bir an önce devlet çatısı altına girme gayret ve hevesi gözüküyor...
Niçin?
Çünkü emeklisine 23 lira zam yapılan bu ülkede milletvekiline 1711 lira zam yapılıyor. Bu sebeple siyasi partilerde milletvekili aday adaylığı için 2000 liradan 5000 liraya varan ücret istenmesine rağmen insanlar aday olmak için kuyruk oluşturuyor.
Sorsanız her birine bu gayret, bu aşk ve şevk ne için?
Cevap bellidir:
“Devletime ve milletime bundan sonra siyaset alanında hizmet vermek”
Oysa toplumun sosyal fotoğrafı çok farklı bir gerçeğe işaret etmiyor mu?
Devletin kanun ve yasalarına göre hareket eden vatandaşların büyük çoğunluğu yoksulluk sınırına göre yaşam mücadelesi verirken; kanuna uymayan, politik imkanları kendine ve çevresine kullanan-kullandıran veya yeraltı denilen karanlık dünyadan geçinenler, nereye harcayacaklarını bilemedikleri gelirleriyle toplumdaki insanlara tepeden bakmıyor mu?
“Parasız adam gereksiz adam” mantığıyla hareket eden bu kimseler devletin kurum ve kuruluşlarında enteresan bir şekilde saygınlık kazanmıyor mu?
Yine korkudan mı, saygıdan mı yoksa hayranlıktan mı bilinmez, böyle kimselere normal vatandaş da tutum ve davranışlarıyla veya ezikliğiyle prim vermiyor mu?
Örneğin böyle kimselerle alakayı keserek onları toplumdan dışlamaya yönelik girişimlerde bulunacağı yerde aksine onlara çok kaba tabirle yağcılık yapmıyor mu? Önlerinde el pençe divan durmuyorlar mı?
Ve aslında o paradan zırnık koklayamayacakları halde parası olanlara böylesine bir baş eğme duygusu yaşanmıyor mu? Bu durum insanın zavallı ve en acınası hali olmasına rağmen gerçek değil mi?
Niye böyle?
Çünkü para, günümüz insanının biricik amacı ve en önemli kutsalı olmuştur ve günümüzde paraya tapılmaktadır…
Bankalar kredi vereceği kimsenin ilmine, mesleğine, tahsiline, yaptığı hizmete, alacağı krediyi kullanacağı amaca, ülkeye ne kazandıracağına bakmak yerine gerektiğinde nakde çevirebileceği gayrimenkulleri ipotek verebilen kimselere veya devlet memuru veya emekli gibi maaşları garanti olabilenlere kredi vermiyor mu?
Böylece sistem, bilerek bilmeyerek bilimsel çalışmaları, akademik kariyer sahiplerini ve parası olmadığı halde bilgisi sebebiyle bir değer oluşturan beyinleri sıfırlayıp yok saymıyor mu?
Toplumda “ne kadar bilgilisin”, “kimlere faydan var”, “ne kadar dürüstsün” sorularının anlamı yoktur. “Kaç paralık adamsın?” sorusuna cevap istenmektedir.
İstediğinde cebinden veya bankadaki hesabından şöyle hatırı sayılır para çıkartabilen herkes “işini bilen”, “akıllı ve ideal bir vatandaş” olarak değerlendirilmektedir.
Bu tür çarpık ve piramidin ters döndürüldüğü bir sosyal yaşantıda merkezin odağında kim olacaktır sizce?
Vergi kaçıranlar, ihaleye fesat karıştıranlar, yolsuzluk ve suistimale tevessül edenler nerededir sizce?
Siyasetin odağında “vasıflı insan” yerine “paralı insan” ön plana çıkmaya başlamamış mıdır? En başta, siyasete girebilmek için ortaya konulan “parasal limit” bu zihniyeti benimsemenin yegane sembolü değil midir?
Çünkü “ha deyince” vatandaşın ne kadarı bu miktar parayı denkleştirebilir ki?
Peki siyaset yapmaya müracaat edenlerde, ön talepte olsun son talepte olsun, parayı nereden kazandığına, kendisinin ülkeye ne kazandıracağına; bilgisine, kapasitesine, yeteneğine bakılıyor mu “gel” denilirken?
***
Nasrettin Hoca nereden bilecek “sosyal devlet” algı ve imajını. Zamanında tarif etmiş: Parayı veren düdüğü çalıyor…
Veremeyen?
Sinirler laçka patlamaya hazır bomba gibi dolaşıyor…
Sonra dönüp “gergin bir toplum olduk” diyoruz…
Bakın yine kendimizi suçluyoruz... Çünkü sahipsiz toplumu suçlamak kolay oluyor…
Sağlıcakla...
Yorumlar