Onu andığımız ilk günü dün gibi hatırlarım… Çocukluğumda pek anlamasam da siyah önlüklerimizin üzerine taktığımız beyaz yakalıklarımızı çıkartarak anardık…
Yas tutmakta bir eksiğimiz kalmasın diye…
Köy ilkokulunda kalan o saf çocukluğumuzda biz 10 Kasım’da saat 9’u 5 geçe başımızı öne eğerken bütün dünyanın yas tuttuğunu düşünürdük…
10 Kasım’da onun için öne eğik başlarımızdan süzülürdü gözyaşlarımız simsiyah önlüklerimize… Onun ölüm yıl dönümü idi 10 Kasım… Onun için yas tuttuğumuza göre onun ölüm yıl dönümünü anıyorduk…
Sonraki yıllarda büyümeyle eş aldığımız eğitimle, okuduğumuz kitaplarla, dinlediğimiz konferanslarla ve izlediğimiz filmlerle vb. anladık ki aslında andığımız Ulu Önderin ölüm ve matemi değilmiş…
Onun ölümsüzlüğünü anıyormuşuz…
Size bugün Mustafa Kemal’i anlatanlar benden daha iyi anlatacaklardır…
Ama bugün ben de kendi bildiğim Atatürk’ü sizinle paylaşacağım… Benim kalbimdeki, benim gönlümdeki Atatürk’ü sizlere anlatacağım…
Koskoca imparatorluktan 36 irili ufaklı devlet oluşturulurken Erzurum, Sivas kongrelerini toplayıp dost düşman herkese parmak ısıttıracak bir stratejiyle milli mücadeleye başlayıp yine dünyadaki tüm esir ülkelere bağımsızlık örneği bir Türkiye Cumhuriyeti kuran kahraman bu kahraman Türk evladını anlatabilir miyim bilemiyorum ama şunu biliyorum ki Türkiye Cumhuriyeti kurulurken o konuşuluyordu… Bugün de o konuşuluyor… Türkiye Cumhuriyeti var oldukça yine o konuşulacaktır…
Mustafa Kemal Türkiye'de kişiliği, yaptıkları ve eseri üzerinde en fazla konuşulan, görüş ifade edilen ve yorum yapılan tarihi şahsiyettir.
Onunla ilgili bu kadar çok konuşulmasına rağmen onu çok az kişinin anladığı ve anlayanların da çoğu kez yanlış anladığını görmekteyiz.
Kurduğu cumhuriyet, kovduğu düşman, getirdiği ilke ve inkılâpları ile ülkedeki tartışmaların hem objesi hem de subjesi olmuştur.
Milletinin onu anladığı kadar, bu ülkede kendini aydın sanan gafillerin onu anlamadığı ya da kasıtlı olarak yanlış yorumladıkları bir gerçektir.
Bu yüzden o, hem bazı istismarcıların kasıtlı tabulaştırmasına hem de düşmanların haksız ve yersiz düşmanlığına ve eleştirilerine muhatap olmuştur.
Psikolojik bir gerçektir; hiçbir şey yapmayanlar hiç eleştirilmezler.
Kuşkusuz diz çöktürülmüş bir milleti, kendine inanan milletinden aldığı güç ile ayağa kaldırmak, şaşırmış ve çaresiz kalmış bir milletten kahramanlar çıkarmak ve yok edilmiş milli bir yapıyı yeniden inşa etmek sanıldığı kadar kolay bir iş midir?
Bugünü tanıma, dünü adam gibi anlamakla mümkündür. Onun için her olayı kendi şartları, durumları ve ortamları içinde değerlendirmek gereklidir.
Mustafa Kemal kendine özgü karizması ile aniden ortaya çıkarak tarihi gidişi alt üst etmiş bir Süpermen değildir.
Mustafa Kemal'i ortaya çıkaran, bir bireyi olmaktan kıvanç duyduğu yüce Türk Milletinin üç yüz yıllık kötü ve makûs kaderidir.
Yani Mustafa Kemal; üç yüz yıldır sürekli olarak kafasına vurulan, ezilen, horlanan, "etrak-i bi idrak" [anlayıştan yoksun Türkler] olarak nitelenen, cephelerde can veren ve sömürgeleştirilmiş olan bir halkın kolektif şuurudur.
Onun içinden çıktığı şartları, ortamı ve o zamanın zihniyetini anlamadan onun eserini, yaptıklarını ve onu anlamak mümkün değildir.
Onun farkı akılcılığıdır…1923’te düzenlenen "Türkiye İktisat Kongresinde, Mustafa Kemal üç yüz yıllık çöküşün esas sebebini açıklamıştır:
"Tarih, milletimizin yükseliş ve çöküş sebeplerini ararken birçok siyasi, askeri, sosyal sebepler bulmakta ve saymaktadır. Şüphe yok ki bu sebepler sosyal olaylarda etkilidir.
Bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla ilgili olan, o milletin ekonomisidir... Gerçekte Türk tarihi araştırılacak olunursa yükselme ve çöküş sebeplerinin ekonomik meselelerden başka bir şey almadığı derhal anlaşılır... Tarihimizi dolduran zaferler yahut çöküşlerin tamamı ekonomik durumumuzla ilgilidir..."
İşte bu noktada onun farklılığı ortaya çıkar. Tam üç yüz yıllık yanlış, kısmi ve yüzeysel yaklaşımlara ve arayışlara artık son vermiştir. Teşhis tamamen ilmi, bir o kadar akli ve mükemmel denecek kadar ileridir.
Ona göre; tam bir istiklal için milli egemenlik, milli ekonomi ile tamamlanmalı ve desteklenmelidir.
O, yüzde yüz milliydi ve yüzde yüz Türk'tü. Devletini de millet, milliyetçilik ve milli egemenlik temeli üzerine oturtmuş ve demişti ki:
"Biz Türk’üz, tam manasıyla Türk’üz. İşte o kadar. Bize iyi Müslüman olmak yeter. Asya için ve Avrupa için bizim kanunumuz aynıdır. Dostlara sahip bulunmak, tam bağımsızlığımız korumak, her şeyi Türk cephesinden değerlendirmek.”
Mustafa Kemal, Türk milletini çok iyi tanıyor ve bu yüce millet hakkında şöyle diyordu:
"Batı milletlerini tanırım. Fransızları tanırım, Almanları, Rusları ve bütün dünyanın milletlerini şahsen tanırım. Ve onlarla tartışmam savaş alanlarında olmuştur. Ölüm karşısında olmuştur. Yemin ederek size temin ederim ki, bizim milletimizin kuvve-i maneviyesi (manevi kuvveti) bütün milletlerin kuvve-i maneviyelerinin üstündedir."
Kıymetli okuyucu,
Türkiye Cumhuriyeti, Türk halkının kendi egemenliğini kendi eline aldığı ve kendi kurduğu devlete kendi adını verdiği bir devlettir. Bu yönüyle sürekli olarak kurduğu her devletin yönetiminden bir şekilde dışlanan Türk milleti, Atatürk ile birlikte “devlet”e taşınmıştır. Yani Atatürk, Türk'ü devlet yapmıştır.
Bugün sıcak odalarda ve yumuşak koltuklarda Atatürk'e dil uzatanların ataları o zamanlar kurtuluşu mandacılıkta arıyorlardı.
Bugün ona dil uzatan gafil ya da hainler bile varlıklarını ve küfretme özgürlüklerini onun gözü kara ve kararlı mücadelesine borçludur.
Günümüz milletler mücadelesinde ölümü göze almadan istiklali ve istikbali garanti altına almak mümkün değildir. Ölümü göze almadan da yaşanır ama o zaman ya uşak olursunuz ya da parya.
Mustafa Kemal işte budur.
Şimdilerde vatanı ve hatta bulunduğu geçici makamları kendi şahsi ve kirli emelleri için ayaklar altına alan bir kısım yöneticileri görünce Mustafa Kemal'i iki kez, daha iyi anlıyoruz.
Dün olduğu gibi bu günde düşünmeden edemiyorum…
Onun kurduğu Cumhuriyet ve demokrasisinin sağladığı özgürlükler olmasaydı Erzincan'ın bir köyünde doğmuş benim gibi bir köylü çocuğu bu gün bu satırları acaba yazabilir miydi?
Hadi şimdi sizde bir anlığına fabrika ayarlarınıza dönün ve filmi başa sarın bu güne kadar kaçımız O'nu anladık, kaçımız O'nu andık?