Yaklaşık on yıl önce “Kürt sorunu” diye bir sorunun olduğu kabul ettirildi bu devlete… Kabul ettirildi beyinlerde bu millete…
Sorun olduğu algısı tamam olunca çözme görevi de verildi(!) Adına da “barış süreci” denildi…
40 yıldır akan kan, sönen ocaklar yetim kalan yavrucaklar yürek sızlatırken “kan yutup kızılcık şerbeti içelim” denildi. Yeter ki artık analar ağlamasındı. Yeter ki şu barış süreci bir gelsin idi…
Bu süreç ülkeyi getire getire nereye getirdi? Devletin Doğu ve Güneydoğusunda sokağa çıkma yasakları ilan ederek hendek arkasından terörist avlama sürecine getirdi. Bir baktık ki bölgede hiçbir sorun çözülmemiş (!)
Neden çözülmemiş? Olmayan şey çözülebilir mi? Sorun varsa çözülebilir… Ama birileri hem “sorun var” algısını 7’den 70’e herkesin beynine kazıdı… Hem sorunu çözme konusunda devlete yaptırımlar sundu.
Bu ülkede terörist oluşturuldu… Terör oluşturuldu… Oysa bu ülkede özellikle etnik sorun diye bir sorun tarihte yoktu. Düne kadar da yoktu… Olması da gerekmiyordu… Bu gerçeği bu ülkenin aydınları münevverleri dile getirmeye çalışsa da sesleri yetmedi…
Sustular veya susturuldular… Ama hiç kimsenin beklemediği sürpriz bir şey yaşandı dünyada… Amerika’da bir Profesör Kimya dalında Nobel ödülü aldı. Bu Profesör bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıydı… Mardin Savur ilçesi doğumluydu… Bu ülkenin okullarında eğitim görmüştü… Devletinin imkânları ile okumuştu. 1963’te girdiği İstanbul Tıp Fakültesinden 1969’da mezun olmuştu. Savur ilçesinde 2 yıl sağlık ocağında hekimlik yapmıştı. Ardından Dallas Texas Üniversitesi'nde moleküler biyoloji dalında doktora yapmak üzere Amerika’ya gitmişti. Ve artık o, bilim için uğraş vermeye başlayan bir dünya insan olmuştu.
415 bilimsel çalışması ve 33 kitabı olan bu Nobel ödüllü bilim adamı bir anda dünyada isim yaptı… Ülkemizde birileri de hemen bu ismi etnik kökeniyle gündeme getirmek istedi. Ülkede sorun çıkartmaya bilerek bilmeyerek angaje olmuş beyinler hemen ikiye ayrıldılar: Bir taraf bilim adamı ama “Kürt” dedi. Diğeri hayır o “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı” dedi. O ise kendi hakkında yapılan kavgaların uzağındaydı…
1969’da ABD’ye giden ve kendini bilime adayan bu insan, giderken buradan hangi ruh haliyle ayrılmış ise o ruh halini dile getiriyordu. Kendisine bu etnik köken içerikli soru yöneltenlere şaşırarak şu cevabı veriyordu: “Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım ve Türk’üm…”
Buradaki “Türk” kelimesi işte bu ülkede sorun çıkartılmadan önce herkesin ortak olarak kullandığı unvandı. Bu ülke insanının aidiyet unvanıydı… Ayırım yapılmadan önceki ortak adımızdı. Mardinli de Hataylı da İstanbullu da Karslı da hepimiz bu ülkenin insanıydık ve hepimiz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıydık. Dış dünyada ise hepimiz “Türk”, “Turkey” kelimesiyle kendimizi tanıtıyorduk.
Bu bilim adamımız “Ben Türk’üm” derken Kürtçülük yapanlara inat Türkçülük yapmıyordu. 1974’de başlatılan terör olayları ve algı operasyonları öncesindeki normal bir Türkiye’den ABD’ye gittiği için döndüğünde de o normal Türkiye’nin vatandaşı olarak kendini ifade ediyordu. Bu bilim adamı, işte bu normal davranışıyla bu ülkede siyasallaşmanın ne derece uç noktalara çekildiğini göstermiş oldu. Algı operasyonlarıyla insanımızın birbirine ne kadar uzaklaştırıldığının göstergesi oldu…
Nasıl mı? Bu bilim adamımız Prof. Dr. Aziz Sancar, devlet geleneğine bağlılığı sebebiyle ödülünü 19 Mayıs 2016’da Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e armağan etmek istiyordu. Ancak kendisini Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı davet etmişti. Aynı şekilde devletine bağlılığı ve makamlara gösterdiği hürmet sebebiyle Sayın Cumhurbaşkanının daveti üzerine Türkiye’ye, planladığı günden erken gelmişti.
Madem gelmişti, 19 Mayıs’a kadar ödülünü Türk Silahlı Kuvvetlerine, Genelkurmay’a emanet etti. Bütün bu davranışlar, kimilerine göre müthiş bir anlam teşkil ediyordu. Hayır hayır…
Prof. Dr. Aziz Sancar siyasallaşmadan önceki normal bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gibi davranıyordu. Çünkü o yıllarda bütün vatandaşlarımız böyleydi. Hatta Aziz Hoca bugün ülkemize Nobel ödülü almadan gelmiş olsaydı kimse onu fark etmeyecekti. O soruları ona kimse ona sormayacaktı. O da kendisini bu şekilde tanımlama gereği duymayacaktı.
Biz de 50 sene önceki Türkiye’mizdeki Türk insanının nasıl bir ruh halinde olduğunu, sosyal yapımızın nasıl böylesine sağlam olduğunu bir türlü birilerine anlatamayacaktık. Bugün ondan Kürtçülük bekleyenler hayal kırıklığı yaşarken, onun ağzından Türk sözünü duyanlar “helal olsun” diyor. Elbette ki helal olsun Aziz Hocamıza… Elbette ki onunla Türk vatandaşları olarak hepimiz gurur duyuyoruz.
Hatta “iyi ki Nobel’i almayı başardı” diyoruz. Niye?
Çünkü Onun sayesinde Türkiye 50 sene önceki normal Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını gördü. Siyasallaşmamış… Devletine milletine nankörlük nedir bilmeyen… Kazanımlarını kendi şahsından çok ülkesinin ve devletinin kazanımı sayan… Hayatta bir kez alınan ve her bilim adamına nasip olmayan o NOBEL ödülünü, Atatürk’e armağan edecek kadar Atasını seven ve ona Fatiha okuyan…
Boynundaki Osmanlı Tuğrası desenli kravatıyla ecdadı Osmanlıyı unutmayan… Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı… Bir Anadolu çocuğu…
Ve ne enteresandır ki 1940’lı yıllarda aldığı eğitimle dünya bilimine katkı sunacak öğrenci veren o okullar, bugün terör sebebiyle nice ilçemizde kapatılmış durumdadır. Siyasallaşmanın… Ülkeye ihanet edenlerin… Onlara arka çıkanların sadece ülkemize değil bölge insanına da ne kadar haksızlık ettiği Prof. Dr. Aziz Sancar’a bakarak anlaşılmalıdır İyi ki aldın o ödülü Hocam… İyi ki getirdin ülkemize… Bu ülke daha önce Nobel’i görmüştü… Ama sen Nobel ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı örneğini gösterdin. Ülkeye, devlete millete bağlılığı gösterdin… Ecdada saygıyı ve cumhuriyetin kurucusuna minneti gösterdin…
Yorumlar