Ülkemizin birçok yerinde olduğu gibi Çerkezköy’de de bir kısım oligarklar siyasi, sosyal ve ekonomik hayata hâkim durumdadır. Tabii bu konuya geçmeden önce oligark ve oligarşi kavramlarını kısaca tanımlayalım.

Oligarşi, gücün (seçkin ve ayrıcalıklı) küçük bir grubun elinde toplandığı yönetim şekli diyebiliriz. Genellikle siyasi bir terimdir ancak ekonomi, ticaret, sanat, kültür, sosyal hayat ve diğer alanlarda da benzetme yapılırken kullanılabilir. Bu grupların üyelerine de oligark denilir. Şimdi, “Bu da nereden çıktı?” diyebilirsiniz. Ancak Çerkezköy’de siyasi, sosyal ve ekonomik alanda etkin olan ailelere, kişilere baktığınızda bunu daha iyi anlayabilirsiniz. Dernek, vakıf, sendika, konsey vb. sivil toplum örgütlerinde de benzer yapı hâkimdir, siyasi partilerde de… Bu grubun içinde yer almak için kan bağınızın olması gerekmiyor. Bu bağ bazen ideolojik, hemşerilik/bölgecilik gibi asgari müşterekler ile olduğu gibi, büyük oranda da ekonomik birliktelikle veya sınıflaşma ile oluşabiliyor. Nereye baksanız onları görürsünüz. Oligarkların hâkim olduğu yapılara girebilmek için onların üst konsey üyelerinin onayını almanız gerekir. Tüm bunları görmezden gelip bir işe kalkışırsanız, sizi küçümserler, görmezden gelirler.

Halk ile aralarında bir irtibat yoktur. Çünkü oturdukları evler, daha doğrusu malikâneler, yiyip içtikleri kafeler, restoranlar ve o mekânlardaki localar, masalar, yürüyüş yaptıkları doğal alanlar, gittikleri hastaneler ve benzeri tüm yaşantıları halktan farklıdır. Ancak bu oligarklar sermaye güçleri ve büyük büyük yerlerdeki tanıdıklarının sağladığı nüfuz sayesinde, içinde olmadıkları halktan ve sürekli küçümsedikleri bürokrasiden büyük itibar görürler. Bu devran eskiden beri böyle gelmiş, böyle de gider. Hep övünürüz, “Bizde sosyal tabaka, sınıf vb. ayrımı yoktur.” diye. Hâlbuki bizde adı konulmamış sosyal sınıf ayrımının Hindistan’daki Kast Sistemi sertliğine yakın bir çizgide olduğunu da görürüz. Kast sisteminden tek farkımız, bizde parayı bulan istediği mecrada rahatça at oynatabilir, istediği cemiyete dâhil olabilir. Keza parayı kaybeden de en aşağılara düşebilir.

Tüm bu itibar ve nüfuzu sağlayan “Saye” dediğimiz kavramdan da biraz bahsedelim. Saye, Türk Dil Kurumu (TDK) güncel Türkçe sözlüğüne göre; “gölge, koruma, yardım” anlamlarına geliyor. Bunu yazımızdaki konuya uyarlarsak, eğer siz ekonomik ve siyasi güç sayesinde yani gölgesinde itibar görüyorsanız, ekonominiz bozulduğunda, siyasi gücü yitirdiğinizde kimseden itibar göremezsiniz. Ancak itibarınızı oturduğunuz koltuktan, cebinizdeki paradan, altınızdaki arabadan ve gölgesinde olduğunuz siyasilerden değil de şahsiyetinizden alıyorsanız, tüm maddi unsurlar yok olduğunda dahi şahsiyetinizle ve karakterinizle itibar görmeye devam edersiniz. Aksi takdirde maddi unsurları kaybettiğinizde itibarınızı da kaybedersiniz.

Bu nedenle Çerkezköy’ün oligarklarına (her ne kadar sınıfsal olarak buna hakkımız olmadığını düşünseler de) şu tavsiyede bulunacağım; halkın sorunlarını dinleyip, milletin derdiyle dertlenin. Protokolden sokağa inin, ayağınız toprağa değsin. Sokakta, caddede dolaşın. Bunları yapın ki, içinizde saklı tuttuğunuz siyasi hedefleriniz doğrultusunda bir gün siyasi temsil için aday olmayı başardığınızda, vatandaşın oturduğu mahalleye, kahveye, köye gittiğinizde onlardan destek istemeye yüzünüz olsun. Bu ölçüyü koruyan ve başaranlar yok mu? Tabii ki çok nadir de olsa var. Ama büyük fotoğrafa baktığınızda tablo yukarıdaki gibidir. Oligarkların vadettiği değil, bilinçlenmiş bir milletin istediği günleri görmek dileğiyle…

Yazımı, 30. yılına giren Hocalı Soykırımı’nın şehitlerine, yani Rus destekli Ermeni katillerince Azerbaycan’ın Karabağ bölgesi Hocalı kasabasında bir gecede katledilen yüzlerce soydaşımızın aziz ruhlarına rahmet dileyerek sonlandırıyorum.