Şu anda, bir çok okur, şunu demiş olabilir; o ne, şimdi durduk yere kriz de nereden çıktı…
Zaten en büyük hatamız da bu değil mi ? Hangimiz önlem alıyor, tutarlı davranıyor, ayağını yorganına göre uzatıyor? İşte, bütün mesele burada; önceden önlem almak, tedbir almak, aile ve iş hayatımız boyunca üzerinde durmamız ve uygulamamız gereken çok önemli bir konudur. Kimse, size, felaket senaryoları yapın, hayata negatif açıdan bakın demiyor; hele ben asla.
Ülkemizin içerisinde bulunduğu durum, küresel sıkıntıların, ülkemizi cazibe merkezi haline getirmesi, bunun bölgemize olan yansımaları, şu an için baktığımızda, pek bir şey yokmuş gibi bizleri teğet bile geçmeyecekmiş gibi geliyor birçoğumuza. Ancak, burada önemli olan kriz olma ihtimali % 1 bile olsa, olacakmış gibi hareket etmemiz gerektiğidir. Harcamalarımızı yaparken ona göre yapmalıyız; olmayan parayı harcamamalı, döviz ve altın gibi değişken yatırım araçları ile borçlanmamalıyız.
Krizler, bireysel ve toplumsal olarak iki şekilde yaşanır. Ülkeler açısından baktığımızda, ekonomik, sosyal, dış faktörler, iç savaş, dış savaş, komşular ile yaşanan olumsuz ilişkiler, siyasi vb. birçok nedenden ötürü krizler yaşanabilir. Aslında, Türkiye olarak hiç de yabancı olmadığımız bir konu kriz.
İsterseniz, hep birlikte, çok değil biraz geriye gidip, hafızalarımızı tazeleyelim;
Yakın tarihimizin en önemli krizlerinden bir tanesi, 1991 yılında yaşadığımız, büyüme rakamlarını % 1’in altına düşüren, turizm gelirlerimizi büyük ölçüde aşağıya çeken Körfez Krizi’dir.
1993 yılı sonlarına doğru, faiz düşürme operasyonu, dövize inanılmaz bir talep yarattı. 1994 yılı Mart ayında yapılacak genel seçimler nedeniyle, geç yapılan müdahale 5 Nisan Kararları da fayda etmedi.% 80 olan faiz oranları % 150 seviyelerine çıktı, büyüme ve tüketim kararları ertelendi, ekonomi % 6 oranında küçüldü.
1998 yılında, Uzakdoğu ülkelerinde, ardından da Rusya’da yaşanan kriz, istikrar programı ve yüksek enflasyon ile mücadele eden ülkemizi de etkiledi. Az da olsa üretim yavaşladı, işsizlik arttı.
2001 Şubat ayında ülkemiz, tarihinin en büyük krizi ile karşı karşıya kaldı. Uygulanan ekonomik programların yetersizliği, yönetim krizi ve ülke yönetimine olan güven bunalımı, 21 Şubat Krizi’ni doğurdu. 2001 yılı sonunda, yaklaşık 1.5 milyon kişi işinden oldu; 19 banka battı; ekonomi % 8,5 küçüldü; yaklaşık 150.000 işyeri kapandı; enflasyon % 70’e ulaştı.
Devamında, sene 2008, Türkiye yeniden bir ekonomik kriz yaşadı. Bankaların, kontrolsüzce vermiş olduğu konut kredileri, Dünya genelinde küresel bir krizin yaşanmasına neden oldu. Yaşanan bütün bunlar neticesinde, ülkemiz ile ilgili değişik görüşler yapıldı. Kimileri kriz bizi etkilemez, etkilemedi dedi, ülkemiz ve milletimiz krizlere alışık olduğunu, bundan sonra da olası krizlerden çok fazla etkileneceğini kısmen de olsa gösterdi.
Cari açık sorunu, hepinizin bildiği ve uzun vadede çözülebilecek bir sorun, büyüme rakamları fena değil, sanayi yatırımlarında artış devam ediyor. Ancak, dikkat edilmesi gereken bir diğer önemli sorun, yabancı para girişi kontrol altına alınmalı, girdiği gibi çıkmasını engelleyecek somut adımlar atılmalı, yabancı para çıkışında belli kıstaslar getirilmeli, vergi yükü getirilmelidir.
Yaşanan bütün bu krizlerden en çok zarar gören insanlardır. Kriz döneminde işinden olan insanlar, şirketleri batanlar, acaba bana ne zaman gelecek endişesiyle bunalıma giren, psikolojik sorular ile uğraşan, intihar vakalarına, bozulan aile düzenleri gibi, aslında kriz beraberinde pek çok sorunu da beraberinde getiriyor.
Burada yapılması gereken yaşam alışkanlıklarımızı, arada bir de olsa, gözden geçirmemizdir. Her zaman kriz varmış ya da çıkabilecekmiş düşüncesiyle temkinli davranmalıyız. Gelişen ülkemiz, büyüyen ekonomimiz, beraberinde alışkanlıklarımızı da değiştirmiştir. Tüketim alışkanlıklarımız, teknolojiye olan ilgimiz ve bağlılığımız, bankaların kredi teşvikleri, beraberinde hepimizin harcama alışkanlıklarını da değiştirmiştir.
Kararlarımızda hızlı, bir o kadar da temkinli olmalıyız. İşler yolunda giderken, bazı şeylerin önlemini almak en doğrusudur. İşler kötü giderken, bazı şeyleri düzeltmek hem güç hem de zaman alabilir.
Yarın kriz çıkar demiyorum; yarın kriz çıkacakmış gibi yaşantımızı ayarlamalıyız, ayağımızı yorganına göre uzatmalıyız. Çok güzel bir ülkede yaşıyoruz, dünyanın birçok yerinde olmayan imkanların olduğu, girişimci, çalışkan ve genç bir nüfusa sahibiz. Yaşadıklarımızdan ders almalıyız; bu ülke insanı çok badireler atlattı; çok çileler çekti, Allah’ın izniyle her sıkıntının da üstesinden gelir, ancak önemli olan yaşadığımız tecrübelerden dersler çıkarmaktır. Sıkıntılarımızı ve krizi iyi yönetmesini öğrenmeliyiz.
Yaşamın, maalesef içinde olan, acı gerçekler bunlar; bizde her şey yolunda gidebilir, ama yukarıda da bahsettiğimiz gibi krizler sadece bizden kaynaklı olmayabilir. Muhtemelen de öyle olacak, dış kaynaklı krizler bizi umarım etkilemez, ama, kısmen de olsa etkileyecek. En önemlisi de terör belası ve olası, Ortadoğu’da oluşturulmaya çalışılan dengelerde, ülkemizin atacağı adımlar ve üstleneceği rol çok önemlidir.
Gelişen ve değişen dünyamızda, Avrupa ve özellikle A.B.D’NİN, üretimi başka ülkelere kaydırması, gelişmekte olan ülkelerde üretimi hareketlendirmiştir. A.B.D, yakın gelecekte, en büyük tüketim ülkesi olacak hiçbir malı kendi ülkesinde üretmeyecektir.
Ancak bunun sonu yok; 10 yıl sonra bizi de aynı tehlike bekliyor. Bizde de tüketim harcamalarının artması, alışkanlıklarımızın değişmesine bağlı olarak, üretim maliyetleri bizde de artacak, üretim günü gelince bizden de kaçacak. Kısacası kolay değil bizleri ve çocuklarımızı tozpembe yaşamlar beklemiyor. O nedenle, yaşantımızın her noktasında temkinli olmakta fayda var.
Çok fazla rakamlarla, sizleri boğmak ve kafanızı daha da karıştırmaktansa, yalın bir şekilde dünya gerçeği olan bir konuya dikkatinizi çekmeye çalıştım.
Hepinize, sağlıklı, huzurlu, mutlu, sevdiklerinizde birlikte bol kazançlı günler diliyorum.