Özellikle Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü mezunları ve dahi bu okulda öğrenci olup da 1947’de kapatıldığı için bu okuldan mezun olamayanlar, Millî Şef İsmet İnönü’nün Hasan-Âli Yücel’in yerine oturttuğu Reşat Şemşettin Sirer’e çok kızarlar.

Bu kızgınlığını konuşarak ve yazarak sık sık dile getirenlerden biri, sevgili öğretmenimiz Mehmet Başaran’dır.

Hasanoğlan’da iki yıl birlikte çalışma mutluluğuna erdiğim, Aksu’dan öğretmenim rahmetli Musa Okay’dan da az dinlemedim; Sirer’in ne “milliyetçi” bir “bakan” olduğunu!

Ki, Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği yayını “Karanlık Sokakta Aydınlanma-Aksu Köy Enstitüsü”, “Kızılçullu Köy Enstitülü Yıllar” ve dahi “Cılavuz Köy Enstitüsü” adlı eserlerde imzası bulunan onlarca eğitimci yazar da altını çize çize Sirer’in ne büyük bir “vatanperver” olduğunu onaylamışlar!

19 Kasım 1951’de TBMM’nin yaptığı “gizli oturum”da da milletvekilidir; 1946’da Millî Eğitim Bakanlığı koltuğunu Yücel’den devralan Sirer.

Askerî Yargıç Şevki Mutlugil, “Komünizmin aziz yurdumuza yapmak yolunda olduğu fenalıkları” ve dahi Köy Enstitüleri’nin de bu menfur düşünceyi yaymak maksadıyla kurulmuş olduğunu pek güzel anlatıp sözünü bitirdikten sonra, CHP Sivas Milletvekili R. Şemsettin Sirer söz alır; ve:

“Burada izahat veren teknik eleman, Köy Enstitülerinden bahsetti. Bugünkü iktidar Köy Enstitülerini uzman arkadaşımızın tasvir ettikleri şekilde mi bulmuştur, yoksa o hal çok daha evvelki devirlere mi aittir? Milli Eğitim Bakanı arkadaşımız tarafından açıklanmasını rica edeceğim.” der.

Bakan’dan önce Başbakan Menderes çıkar kürsüye:

“Kendileri Millî Eğitim Bakanlığı’na getirildikleri zaman, bu Köy Enstitüleri’nin ne kadar fena maksatla kurulmuş olduklarını ve fakat bu işin gizli açık birçok taraftarları ve himaye edicileri bulunduğu için büyük müşkülât içinde bulunduklarını bana ifade etmişlerdi. (…) Ben o vakit muhalefette bulunmakta idim; kendilerinin bu husustaki gayretlerini her sûretle desteklemenin bir memleket vazifesi olduğunu kendilerini tebrik ve teşvik ederek söylemiştim.”

Görüyorsunuz değil mi, 1940’lı yılların ikinci yarısında iktidarla muhalefet, birbirlerinin gözünü oyacağına ele ele tutuşmuş, birlikte yürüyorlar aynı hedefe!

Düşünebiliyor musunuz, aradan 60 küsur yıl geçtikten sonra bugün, sözgelişi AKP iktidarının Millî Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na gitsin… Oturup konuşsunlar, dertleşsinler. Kılıçdaroğlu da Dinçer’i Millî Eğitimde yaptığı reformlar, yapmakta olduğu ve dahi yapmayı planladığı işler için tebrik ve teşvik etsin…

“-Olmaz böyle bir şey… Rüyada görsen bile inanma. Ne Dinçer, Kılıçdaroğlu’na gider; ne Kılıçdaroğlu O’nu kabul eder… Kazara böyle bir şey olsa bile; CHP lideri, Bakan Dinçer’i kesinlikle tebrik etmez, takdir etmez, teşvik etmez!” mi diyorsunuz?

Eyvallah!.. Sizin de demokrasi anlayışınız bu demek ki!..

Pekiyi, 1946-1947 yıllarında nasıl olmuş bu?

Ana Muhalefet Partisi olan DP’nin (Bayar’dan sonra gelen) ikinci adamı Menderes, nasıl bir araya gelip de konuşmuş, CHP’nin Millî Eğitim Bakanı Sirer ile?

İkisi de aynı görüşte olduklarına göre ikisinin de aynı partide olması gerekmez miydi?

Neyse… Bizi orası ilgilendirmez. Menderes’ten sonra yine söz alır Sirer. Bakalım neler söyler: (Önce özetleyeyim biraz.)

1943-1944 yıllarında Menderes’le aynı partinin üyeleri olarak bir araya gelip konuştuklarını “Enstitülerin gidişatını ben beğenmiyorum” dediğini, Menderes’in bu işin farkında olmadığı için anlattıklarını biraz “sübjektif” hatta biraz “mübalağa” gibi yorumladığını anlatır.

1946 seçimlerden sonra, MEB’na Hamdullah Suphi Tanrıöver’in getirileceğini tahmin edip:

“Eski Zonguldak Milletvekili Ragıp Özdemir vasıtasıyla Tanrıöver’e haber gönderdim. Millî Eğitim Bakanlığına geldikleri takdirde, beni de İlköğretim Genel Müdürü olarak almalarını rica ettim. Ondan sonra MEB’na ben geldim. Beni bu surette bir müracaatta bulunmaya sevkeden sâikin icaplarını yerine getirdim.” diyerek övünür. Doğrusu ya, bu övünmeyi hak etmiştir o!

Bakar ki, anlatılanlardan herkes memnun, devam eder övünmeye:

“…Türkiye köylerine köyün çocuklarını alarak öğretmen yetiştirmek davasına kendimi vermiş olduğum için ben bu sûretle bu müesseselerin fena gidişini önceden gördüm. Biraz önce ismi telaffuz edilen adam, etrafını kandırmıştı, iğfal etmişti. (“Tonguç Baba mı?” sesleri) Evet, Tonguç Baba… Bütün hüsnüniyet sahiplerini iğfal etmişti. Tonguç Baba’yı def ederken, hiçbir mukavemetle karşılaşmadım. İcraatıma devam ederken, 500 kişilik kadrodan 400 kişiyi ayırırken, hiçbir taraftan güçlük görmedim, yardım gördüm”

DP’li yetkililer ile özellikle Fuat Köprülü’den büyük destek aldığını söyledikten sonra:

“O günkü icra mevkiinde oturan arkadaşlar da beni teşçi etmişlerdir.” demeyi de ihmal etmez.

İtiraf edeyim ki, bu tutanağı okuyuncaya kadar Bay Sirer’in “öğretmen yetiştirme davasına kendini adamış” bir “büyüğümüz” olduğunu bilmiyordum!

Ayrıca Tonguç’un da “Bütün iyi niyet sahiplerini kandırmış, iğfal etmiş” biri olduğundan hiç mi hiç haberim yoktu!

O’nu o kadar yakından tanıyan; bilgisine ve sağduyusuna güvendiğim sayın Makal ve sayın Başaran nasıl fark edemediler bunu, hayret!..

Ben de amma tuhaf bir adamım…

Ve dahi çok düşüncesiz…

Millî Eğitim Bakanı Saffet Arıkan fark edememiş, yedi yıl bakanlığı sırasında Hasan-Âli Yücel bile fark edememiş!

Dahası, koskoca “Millî Şef” İsmet İnönü bile fark edememiş; Makal ve Başaran’ın fark edememesi normal değil mi?

Ne biçim şeytanca bir zekâya sahipmiş ki bu Tonguç, kendisinden onca yüksek makamlardaki insanları bile kandırmış!

Aferin ama Reşat Şemsettin Sirer’e!..

Millî Eğitim Bakanlığı koltuğuna oturur oturmaz, “Bütün hüsnüniyet sahiplerini iğfal etmiş”, Köy Enstitüleri gibi zehirli bir hançerin bu ülkenin bağrına sokulmasına önayak olmuş böylesi zararlı bir insanı, “Genel Müdürlük” koltuğundan def ediyor!

Vatan ve milletin saadet ve selâmeti için, bu büyük hizmeti yaparken, hiçbir engel ve muhalefetle karşılaşmadığını da gururla açıklıyor.

Yalnızca Tonguç’u değil, bu kurumlarda çalışan 500 kişiden 400’ünün de işine son veriyor. Ve yine tarihe geçmesi gereken bu yüce görevi yerine getirirken de “hiçbir taraftan güçlük görmüyor”, aksine hem iktidar hem muhalefet kanadının yetkilileri “Aferin oğlum Ahmet, sen bu yolda devam et” deyip sırtını sıvazlıyor.

Asker kökenli Başbakan Recep Peker ile Millî Şefimiz Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye de bravo!.. Bir kez olsun, “Reşat, oğlum!.. Ne yapıyorsun sen?” demiyorlar.

Çok haklı olarak şöyle deme gereğini duyuyor R. Ş. Sirer de:

“Bu, kaderin bana bahşettiği bir fırsat, Allah’ın bir lütfudur.”

Tabiî canım, ona ne şüphe!.. Ona ne şüphe!..

Hüseyin Erkan

erkanhuseyin11@mynet.com