Tonguç ve Yücel’in Köy Enstitülerini büyük kentlerin göbeğinde değil de dağ başlarında ya da kentlerden uzaklarda, kıyıda köşede kurmalarının gizli bir amacı olmalıydı mutlaka!
 
Gerçi onlar, “Köyden gelen çocukları, köy ortamında köy gerçekleriyle yetiştirip tekrar köylerine göndermek için… Kent ortamında yetişirlerse, köye ve köylüye yabancılaşırlar. Osmanlı aydınları gibi onlar da köyü ve köylüyü küçük görürler. Köye hizmet etmek yerine, en kısa zamanda oradan kaçmayı düşünürler…” gibi gerekçeler ileri sürerler ama…
 
Meğer bambaşka bir maksatları varmış; böyle yapmalarının! TBMM’nin 1951’deki gizli oturumunda o günün MEB Tevfik İleri bakın, nasıl açıklamış bunu:
“Komünizmin telkin unsurlarından birisi de aile mefhumunu yıkmak, yok etmektir. Din mefhumunu yıkmak nasıl gayelerinden biri ise, aile müessesesini yıkmak da diğer gayelerinden biridir. Birtakım genç insanların komünizme inhimaklerini ( kapılma, katılma ) temin etmek için buldukları çare, para yerine serbest cinsî münasebettir. Gençler bununla avlanıyorlar arkadaşlar. Köy Enstitülerinin bir feci manzarası da budur.”
Özellikle şu sözlere dikkatinizi çekerim:
“Dağ başlarında kurulmuş olan, Valilerin ve Maarif Vekâletinin umum müfettişlerinin girmesi yasak edilen -ki bu arkadaşlar her yere girer, oraya giremezler- bu müesseselerde 500 erkek çocuğun yanında, hepsi 16, 20, 22 yaşlarında 60-70 kız çocuğu beraber okur, beraber çapa çapalar; beraber horon oynar. Gece yan yana pavyonlarda yatar. Bu yüzden nice çocuklar düşmüştür. Bu, gizli celsede söylenebilir. Nice köy kızları serbest fuhuşa teşvik edilmiştir.”
Ben de, “Niçin gizli oturum yapılıyor? Açık açık konuşsalar ya! Ne saklıyorlar halktan?” deyip duruyordum.
Şimdi anladım meseleyi! Sayın Bakan İleri’nin de özellikle belirttiği gibi, böylesine önemli gerçekler Meclis’in gizli oturumunda söylenebilir ancak!
Bu Köy Enstitüsü mezunları, nasıl zehirlenmişlerse o kurumlarda, Sayın Bakan’ın ifşa ettiği gerçekleri asla söyleyip yazmadılar!
Aksu’da okudum; Dicle ve Hasanoğlan’da öğretmen olarak çalıştım; vazgeçtim öğretmenlerinden; işçisinden, memurundan; köylüsünden, kasabalısından da duymadım, bu gerçekleri!
Ne kadar kör ve sağır insanlarmış onlar!..
Bunu bilen bir insan olarak, siz Bakan olsaydınız, ne yapardınız?
T. İleri ne yapmış, bakın:
“Reşat Şemsettin’den sonra teslim aldığımız zaman, oradaki kızları toplayarak ayırarak İzmir’de tertemiz bir yuva içinde toplamak ve ayrı bir kız enstitüsü haline getirmek ve böylece bu memleket içindeki çıban başlarını temizlemek, çok şükür olsun bize nasip oldu. (Soldan bravo sesleri, alkışlar)”
“Soldan” dediğine göre tutanak, demek ki konuşmanın bu bölümünü CHP’liler alkışlamamış. Önceki sözlerini alkışlayıp da bu cümleleri alkışlamamakla ayıp etmişler vallahi!
Burada bir parantez açayım izninizle. Bakan, her ne kadar; “…Oradaki kızları toplayarak ayırarak İzmir’de tertemiz bir yuva içinde toplamak ve ayrı bir kız enstitüsü haline getirmek…” diye anlatmış ya, yapılan işi tam açıklamamış.
Aslında, 21 Köy Enstitüsünde okuyan kızlar 3 Köy Enstitüsünde toplanmıştır. Bunlardan biri İzmir’deki Kızılçullu Köy Enstitüsü’dür. İkincisi Trabzon’daki Beşikdüzü, üçüncüsü de Adana’daki Düziçi Köy Enstitüsü’dür. Neden eksik söylemiştir, bilemiyorum.
MEB T. İleri, kız öğrencileri bu üç yerde, erkek öğrencileri de geri kalan 18 Köy Enstitüsünde toplamasaydı, demek ki ben de ve benim gibi on binlerce köylü çocuğu da kız-erkek karışık bir Köy Enstitüsünde (ki 1954’te “Öğretmen Okulu” olarak değiştirilmiştir adı) okumak bahtsızlığına uğrayacaktık!
Ve tabiî, komünistlik mikrobunu çok daha rahat şırınga edeceklerdi damarlarımıza!
Kız ve erkek aynı çatı altında, aynı sınıfta, aynı yemekhanede, aynı yatakhane…
Yok, yok… Yalan söylemeyelim. Yatakhane binaları ayrıymış.
Ama olmaz ki canım! Yatakhaneleri ayrı da olsa, birlikte el ele tutuşup horon tepmeleri yakışık alır mı?
Ya birlikte çapa yapmaları!..
Kutsal kitaplardaki “Adem’le Havva” öyküsünü de mi bilmiyordu; bu Köy Enstitüsünü kuranlar?
Ateşle barut aynı yerde yan yana nasıl durur be kardeşim!
Havva anamız, Âdem babamıza elmayı yedirerek onu nasıl kandırmışsa, günümüzün şeytan Havvaları da saf Âdemleri öylesine kandırıvermez miydi?
Böyle durumlarda siz de benim gibi, “Erkeklerin hiçbir suçu günahı yoktur; bütün suç kadınlarda…” diyorsunuz; değil mi?
Elbette öyle canım; bunu tartışmaya gerek yok; yok da, şu İsmail Hakkı Tonguç ve Hasan-Âli Yücel, Köy Enstitülerini dağ başlarında açıp oralara kız-erkek köylü çocuklarını doldurarak milletimize neden bu kötülüğü yapmak istediler, anlayamadım bir türlü!
Bir bilen varsa, anlatsın da öğrenelim şunu; hep birlikte.
 
Hüseyin Erkan
Dilem Yayınevi Genel Yönetmeni